30 Eylül 2008 Salı

Buu-güün Bay-ram Erken Kalkın Çocuklar

Bugün bayram erken kalkın çocuklar. Hakikaten de hep erken kalkardık bayram günlerinde. Bir başka heyecanla uyanırdık. Başkalarını bilmiyorum ama, o türden bir heyecanı bizim çocuklarda da görüyorum. Hoşuma gidiyor bu. Biz mi? Biz de kaybetmedik tabi o heyecanı. Belki büyüdüğümüzden, şimdi biraz daha farklı, ama kaybolmuş değil...

Bayramlarda ne kadar ziyaret olursa, ne kadar kalabalık olursa, bayram da o kadar güzel geçiyor. Bayram, bayram gibi oluyor. Geçen bayramlardan birinde, bayram tatilinin de kısa olmasının etkisiyle miydi bilmem, çok fazla (ya da alıştığımız kadar diyelim) gelen giden olmamıştı. Ben de, "bu bayram nasıl bir bayramdı böyle, pek bişey anla(ya)madım" demiştim.

Efendiiimm, geleniniz gideniniz, el öpeniniz çok olsun... Bayramınız, bayram gibi olsun... Neş'e içinde olsun, neş'eniz daim olsun... Sağlığınız sıhhatiniz yerinde olsun...

Bayramınız kutlu olsun...
.
.

29 Eylül 2008 Pazartesi

İyi Çocuk, İyi...



Bayram Arifesi bugün. Sabahtan itibaren zaman zaman güneşli, zaman zaman da kapalı ve hatta yağmur çiselemeli bir gündü. Sabah da, her zaman olduğundan biraz erken kalktım. Zaten erken kalkmayı planlamıştım akşamdan, bir de Özge'ler sabah erken gideceklerdi, onları uğurlayacaktım. Amcamın kızı Özge geçtiğimiz yaz evlenmişti ve ondan sonra ilk defa geliyorlar köye. Serdar'la da bu geldiklerinde tanıştım. Serdar, yani enişte :) İyi çocuk, iyi...
.
.

28 Eylül 2008 Pazar

Yağmur Yağdı, Çimenler Hemen Yüzünü Gösterdi



Yağmurlar yağdı ve çimenler yüzünü göstermeye başladılar. (Şimdi diyeceksiniz ki, burda çimen nerde? Durun acele etmeyin hemen:)) Ben de, bu durumu daha etraflıca bir incelemeye çıkmıştım ki, daldaki bu inciri gördüm. Ağaçta bir tek bu incir var, sanki beni bekliyor. Gelsin fotoğrafımı çeksin sonra da beni yesin diye :) Ee, beklentisini de boşa çıkarmamak lazım de(ğil) mi?



Görüldüğü üzere, ağaçta bir tek bu incir var, yani yalan söylemiyorum:) Ve bu da, onu aldığımın ve yiyeceğimin resmidir. Hatta yediğimin resmi de var ama o kadar da uzun boylu değil :)



Bunlar da "Bursa Siyahı" incirleri. Diğer incirler (Sarı lop ve sarı zeybek) bitmiş olmalarına rağmen bu incir çeşidi geç yetişen bir çeşit olduğundan erkenden bitmiyor.
Bursa Siyahı : Meyve olgunlaşması Ege Bölgesinde Ağustos başından Ekim ayı ortalarına kadar, Bursa yöresinde Eylül başından Kasım ayı ortalarına kadar devam etmektedir. Meyveleri iri, şekli yuvarlaktır. Kabuk rengi koyu mor veya morumsu siyahtır. Kabuk yapısı dayanıklı, meyve eti sıkı dokulu, yola dayanımı iyi bir çeşittir. Bursa Siyahı meyveleri iri, gösterişli, kabuk ve iç rengi ile albenili, iyi kaliteli sofralık ve dondurulmaya uygun bir çeşittir.



.
Çardaktaki üzümler. Bunlar da geç olgunlaşan ve geç zamanlara kadar dayanan üzümlerdir.
.
.
Bu da çardaktan bir görünüm.
.
.
Bunlar da yolun kenarındaki yeni çıkmaya başlamış olan otlar. Geçen yıldan kalan kuru otların arasından çıkan bu otların daha bir haftalık mazileri var. Böyle giderse çok hızlı büyüyecekler. Çünkü bu fotoğrafı çektiğim öğleden sonra saatlerinde havada nerdeyse hiç bulut yoktu ve hava sıcaktı. Akşam hava kararırken yağmur yağmaya başladı. Yine yukarıdaki fotoğrafta, dayanamayıp hemen açmış olan bir sarı papatya var.
.
.

24 Eylül 2008 Çarşamba

Kavrulmuş İncir, Ya Da Bizim Söyleyişimizle "Gavrık İncir"



Kuru inciri saklamanın yollarından birinin de "kavurmak" olduğunu söylemiştim. Biz bu incire de "kavruk incir" diyoruz. Hatta buranın söyleyişiyle tam olarak şöyle deriz; "gavrık incir" :)



Kavurma işlemi kümbet şeklindeki küçük taş fırında yapılır. İncirler, ya içine badem içi, fındık ya da susam konularak kavrulurlar, ya da hiç bişey konulmadan kavrulurlar. Eğer içine bişey konulacaksa, incir önce biraz fırına konulur, böylelikle sert olan incirler yumuşamış olurlar. Sonra da açılarak içine badem içi falan konulur. Yukarıda, incirlerin içine konulacak olan kavrulmuş susam ve badem içi görülüyor.



Veee, incirler fırında...



Nar gibi kızarmış, mis gibi kokan ve tombik tombik olmuş incirler. Bunların içine herhangi bişey konulmadı.



Fırında kavrulmuş ve şişmiş olan incirler



Bunlar da içine susam ve badem içi konulmuş olan incirler



Kızarmış bir incir. İçinin bademiyle beraber :)



Artık eskisi kadar bir sandıklık incir olmuyor. Daha doğrusu yapmıyoruz diyelim. Bir karton kolinin içine koyduk.



Koliye konulan incirlerin üzerinden bastırılarak, incirler sıkıştırılır. Sonra üzerine biraz daha konulur ve yine sıkıştırılır. Sonra da ağzı kapatılır.

Kavrulmuş incirler ve havanda dövülen susam. Susam biraz fazlaydı ve incirlerden arttı. Onu da havanda dövdük. Eskiden çok yapardık bunu. Çok uzun zamandır (neredeyse çocukluğumuzdan beri) yapmamıştık. Havanda dövülen kavrulmuş susam daha sonra bal ile karıştırılarak (daha doğrusu karılarak) yenilir. Eğer bal ile karıştırmayacaksak, içine biraz şeker koyar hepsini beraber döverdik havanda.
.
.

23 Eylül 2008 Salı

İncir Bandırma(k)

Bandırmaspor ile başka bir takım maç yapıyorlarmış. Tabi tezahurat da var ve tezahuratı da doğal olarak "Ban-dır-ma, Ban-dır-ma, ..." diye yapıyorlarmış. Karşı taraf da, "Ban-dı-rı-ciizz, Ban-dı-rı-cizz, ..." diyormuş. Sonuç nedir bilmiyorum artık. Ama biz bugün kuru incirleri bandırdık.



Kurutulmuş incirler, yıkandılar ve sepete konuldular.



Kazan kuruldu, su kaynamaya başladı. Ön planda görünenler de suyun içine konulacak olan defne yaprakları. Defne yapraklarıyla beraber, mersin ve kekik de konulacak.



Defne, mersin ve kekik dalları konulan su kaynıyor.



Sepet kazanın içine konuldu. Kaynayan suda 8-10 dakika kadar duracak.



8-10 dakika sonra alıyoruz.



Bandırılmış ve dumanı tüten incirler. Yumuşacık ve pırıl pırıl...


Tekrar serilmiş olan incirler.

Bizim incirlerin büyük çoğunluğu taze olarak satılıyor. Bir miktar da kuru incir oluyor. Kuru inciri de iki şekilde saklıyoruz. 1. Bandırarak, 2. Kavurarak.
Bugün "bandırma" işlemi yaptık. Bu çok basit bir işlem aslında. Kuru incirler kaynayan suyun içinde bir miktar bekletiliyorlar, o kadar. Böylelikle, (eğer varsa) incirinde üzerinde ve içindeki zararlılar ve zararlı yumurtaları öldürülmüş oluyorlar.

Bir not: Bir zamanlar (1970' lerden önce) Bodrum'da incir ticareti çok fazlaymış. İncirleri deniz suyuna batırır çıkarırlarmış. Deniz suyuna batırılan incirin de üzerinde beyaz ve şekerimsi bir tabaka oluşur(muş).

Bandırıldıktan sonra kuruması için tekrar serilen incirler, bir süre sonra alınarak sandığın içine basılırlar. Bizim buranın söyleyişiyle, depilirler:) Sandığın içine biraz defne ve mersin yaprağı konulur, üzerine ara ara mersin ve defne yaprağı konularak incirler dökülür, yarıya geldiğinde sıkıştırılır. Sıkıştırma işlemi, incirin üzerine bez serildikten sonra çıkıp çiğnemek suretiyle yapılır. Kap küçükse çiğnemeye gerek kalmayabilir. Daha sonra bütün incir için aynı işlem yapılır. Sonra, iş kalır yemeye...
.
.

20 Eylül 2008 Cumartesi

Yaz Bitti

Dün akşam üzeri, dışarıya uzun kollu giyip de çıkmama rağmen yine de üşümüştüm. Anladım, artık yaz bitmiş. Bugün de öğleden sonra bulutlanmaya başlayan hava, akşam üzeri iyice kapadı ve akşam saatlerinde de yağmur başladı. Zeytin ağaçları bu yağmurları dört gözle bekliyorlar(dı)...

Eklenti : Akşam yağmur yağmaya başladıktan sonra sık sık elektrik kesintileri de olmaya başladı. Gece yarısından sonra etrafı gündüz gibi yapan şimşekler ve gök gürültüsü vardı. Epeyce çok da yağmur yağdı. Geçen yıllara göre biraz erken, biraz da fazla oldu bu yağmur. Ama olsun, iyi oldu. Kış gibiydi... Bu arada, doğru tahminler yapan Meteorolojiyi de kutlamak gerek.




.
İncirler de bitti sayılır artık. İncirler olgunlaşmaya başladıklarında, olgunlaşan ilk incirlerin tadına hep kuşlar bakar. Son incirleri de yine onlar yiyorlar. Daha doğrusu beraber yiyoruz.
.
.

18 Eylül 2008 Perşembe

Biraz Hastane, Biraz Sohbet, Biraz Üzüm

Bugün hastaneye gittik yine. Geçen Pazartesi çıkmayan bir tahlil sonucu alınacaktı. Onu aldık ve sonra da doktorla görüştük. İşimiz çabuk bitti, hastanede fazla oyalanmadık. Hastanede, eski iş yerimden arkadaşım, şimdi Bitez belediye başkanı olan Halil İbrahim Filis ile karşılaştık. Biraz onunla sohbet ettik. Sonra başka bir yerde oyalanmadan yola çıktık, zira planlı başka bir işimiz daha vardı.


.
Öğleye doğru Çömlekçi'ye Selva-Haluk İşmen bağlarına geldik. Erdal hiç durmadan bağa girdi ve biraz şiraz üzümü toplamaya başladı. Biz de Selva hanımla epeyce sohbet ettik... (Biraz da durum değerlendirmesi yaptık). Bu arada olan Erdal'a oldu tabi, yoruldu çocuk :)
.
.

17 Eylül 2008 Çarşamba

Gelen Kişiyi Tanıyamadım, Öyle "Mel Mel" Bakıyorum :)



Bugün öğleden sonra Erdal, çok uzun zamandır Okey oynamadığını söyledi ve "hadi biraz okey oynayalım" dedi. Tamam, oynayalım dedim. Tam başlamıştık ki, bir araba geldi. Bir bey ve eşi. "Hoş geldiniz" dedim. "Hoş bulduk" dediler. Ama tanımıyorum onları. Tanımadığım, ama burayı web sitemden öğrenen ve gelen epeyce misafirim oluyor ya, heralde onlardan birisi dedim. Ama bu arada, gelen kişinin de, "beni tanımadın mı, hadi bişey de" der gibi bir hali var. "Pardon, siz nerden, kimdiniz :)" falan gibi bişeyler söyledim. Ama sanki bir yerden de tanıyor gibiyim. "Bilgi" dedi, gülümsedi. "Hadi yaaa" dedim. "Daha dün, Bilgi bey nerelerde acaba, uzun zamandır haberleş(e)medik, bugün bir mail yazayım diyordum" dedim. Yurtdışında ya Bilgi bey, böyle sessiz sedasız geleceğini tahmin etmediğim gibi, bu aralar geleceğini de tahmin etmiyorum, bir de üstüne üstlük sakal bırakmış, tanıyamadım vesselam... Eşi Nesibe hanımla da ilk defa tanıştık.

Bilgi beyle ilk tanışmamız da çok ilginç. 2 yıl önce bir akşam üzeri yine rastgele gelmişti buraya. Bodrum'daki yazlığından yola çıkmış, acaba buralarda bağ var mı, bağ yapılabilecek yerler var mı diyerekten (hiç bilmediği halde) gele gele bizim bağa gelen, kendi şarabını kendi yapan bir kişi.

Neyse, bu kısmı böyle geçtikten sonra, bi güzel sohbet ettik...
.
.

15 Eylül 2008 Pazartesi

Ayaklarım Geri Geri Giderek De Olsa Hastaneye Gittim

Benim durumumdaki birisinin belli periyotlarda (mümkünse dar aralıklı periyotlar) hastaneye gitmesi ve kontrollerini aksatmaması gerekiyor. Demesi kolay da buna uyması o kadar kolay olmuyor her ne hikmetse :)
Mesela ben, epeyce zamandır bunu ihmal ediyordum ve son zamanlardaki bazı küçük sağlık problemleri de bunun üstüne gelince, hasteneye gittiğimde duyabileceklerimden korkmaya başlamıştım. "Mümkün olan en az hasarla atlatsak bari" diyordum. Aslında bu hafta başka programım olmasına ve ona yoğunlaşmak istememe rağmen, Pazartesi kesinlikle hastaneye gidiyorum dedim. Ve bugün gittik. Ciddi anlamda ters bişey çıkmadı. Hiç bişey de yok değil ama, o kadarlık da olacak artık. Bakacağız çaresine. O da nazar boncuğu olsun :)



Saat 17:00 gibi döndük hastaneden. Evin bahçesinde de 6 tane ördek vardı. Türkbükü'nde yazlıkları olan ve ara ara üzüm almak için bağa gelen Osman amcalar, "bizimkiler civcivken ördek almışlardı, şimdi büyüdüler ne yapalım bunları, size bıraksak kabul eder misiniz? Sonra civcivlerinden bi kaç tane verirsiniz yine" demişler. O ördekler işte bunlar. Geldikleri zaman tavuklar acayip korkmuşlar ördeklerden. Horozlar bile korkmuşlar:) Vino durmadan onlara havlamış...
.
.

13 Eylül 2008 Cumartesi

Pekmez Nasıl Yapılır? (3.Perde)



Aslında, kazandan dün de alabilirdik pekmezi, ama bugüne kaldı. Bugün aldık ve şişelere doldurduk. Pekmezin duruluğu ve kıvamı yukarıda görüldüğü gibi.



Dibe biraz da olsa çökelme oluyor. Üzerinden bulandırmadan aldıktan sonra, pekmez biraz azalınca kazanı hafiften bir tarafa doğru eğerek almaya devam ettik.



İşte sonuç bu. 11o litre şıradan çıka çıka ancak bu kadar pekmez çıkıyor. İlk gün tahmin ettiğime yakın bir miktar, 22 - 23 litre pekmez. Yukarıdaki fotoğrafta kazanın dibindeki bir miktar çökelti de görülüyor.

Bu pekmez bahsi de burada kapanır:) Artık yeter:)
.
.

11 Eylül 2008 Perşembe

Pekmez Yapımı (2.Perde)

Dün kaynatılan ve gece dinlenmeye bırakılan kazanlardaki müstakbel pekmezlerimiz, bugün süzülecekler ve tekrar kaynatılacaklardı. Ben sabah uyanmadan kazanlardaki pekmezleri süzmüşler ve kaynatmaya başlamışlar. Kazanın dibindeki çökeltinin üzerindeki pekmezi bir kapla almışlar, dibe yaklaşıldığında dikkatlice alarak ve aynı zamanda da süzgeçten geçirerek yapmışlar bu işi. Sonra ateşi yakıp kazanı tekrar ateşe koymuşlar. Kim mi yapmış bunu, babamlar yapmışlar. Ben, yine kaynar vaziyette buldum yani. Epeyce bir kaynamaya devam etti. saat 14:00 de ateşten aldık.



Kaşıkla alıp, biraz yukardan dökerek akışkanlığını kontrol ettiğinizde, su gibi değil ve koyulaşmışsa, kaşığın içinde bırakılan ve soğuyan bir kaç damlanın koyulaşmasını ve kaşığın içine sıvanmasını kontrol ettiğinizde, su gibi değil ve koyulaşmışsa işlem tamamdır. Bir kontrol yöntemi daha; eğer çok sıcak olmayan bir iki damlayı tırnağınızın üzerine damlattığınızda dağılıp, su gibi akıp gitmiyorsa, bu da pekmezi yeterince kaynadığının işaretidir.



Burada önemli bir husus daha var; soğuduğunda daha koyu bir kıvam kazanacaktır, sıcak ve ılıkken yapılan koyuluk kıvamı kontrolünde bunu da dikkate almak gerekir.

Yeterince kaynamayan, biraz sulu kalan pekmez çok fazla dayanmaz (yani saklanmaz), çabuk tüketilmezse bir müddet sonra ekşiyip bozulabilir. Çok fazla kaynatılırsa da pekmezde yanık bir tat oluşur.


Soğumaya ve durulmaya bıraktığımız pekmezin içine bir kaç tane de defne yaprağı attık.

Kaynatılma işlemi biten pekmezi soğuması ve durulması için serin ve kuytu bir köşeye aldık. Ateşten yeni alınmış pekmezin duru olmadığı, içinde bazı parçacıkların olduğu da görülür. Soğuduğu zaman bunlar da dibe çökecek ve üst kısımda kalan ve berraklaşan, koyulaşan pekmez alınarak tüketime hazır hale gelecek.

Saat 14:00 de ateşten alınan pekmeze akşam üzeri saat 18:30 sıralarında baktığımda henüz ılıktı ve çökelmemişti. Bu gece de böyle kalacak ve yarın alınarak kaplara konulacaklar. Yani iki perdede bitmedi bu iş :)
.
.

10 Eylül 2008 Çarşamba

Pekmez Nasıl Yapılır? (1.Perde)

Saat 08:00

Bağdan üzümler toplanmaya başladılar. 150 kg kadar üzüm toplandı. Toplanan üzümler bağda kalmış ve iyice şekerlenmiş olan Alphonse üzümleri.

Saat 10:00

Üzümlerin şırası çıkarılmaya başlandı. Şıralar geleneksel usul olan çiğneme yöntemiyle çıkarıldı. Ne olur ne olmaz ben yine belirteyim :) bu üzüm ezme işi çok temiz bir tekne içerisinde, sadece bu iş için kullanılan çizmeler giyilerek yapıldı. Saat 12:00 ye doğru şıra çıkarma işi bitti.



Saat 12:00

Ateşler yakıldı, üzerine kazanlar kuruldu ve şıralar kaynatılmaya başlandı.



.
Şıra ateşte ama kaynamaya daha yeni başlıyor. Ancak ısınabilmiş:)
.


Şıra kaynamaya başladı. Taşmaması için sık sık karıştırmak gerekiyor. Pekmez yapımı; şıranın kaynatılarak içindeki suyun büyük bölümünün buharlaştırılarak, şıranın "pek - koyu bir kıvama" dönüşmesi işlemi aslında.
.



Karıştırmaya devam...
.
İki buçuk - üç saat kadar kaynadıktan sonra içine "pekmez toprağı" denilen beyaz renkli toprak atılacak. Şimdi sıra ona geldi.
.


Pekmez toprağı denilen toprak, işte bu beyaz renkli topraktır. Bunlar, daha önceki seneler kullandığımızdan arta kalan topraklardı.
.
.
Topaklanmış olan bu toprağı küçük bir çekiçle ezdik.
.


Daha sonra elendi ve un halindeki bu toprak elde edildi.

.
Saat 15:30

Pekmez toprağı atılıyor kazanlara. Her kazana iki çatal avuç (yan yana getirilmiş iki avuç) toprak atıldı. Her kazanda da yaklaşık 55 litre şıra vardı.
Kazanlara pekmez toprağı atılır atılmaz kaynayan şıra (müstakbel pekmez) hızlı bir şekilde kabarmaya başlar.
.

Taşmasını önlemek için karıştırmaya hazır olmak gerek. Sonra da arada bir karıştırılarak kaynatmaya devam edilecek.

.
Saat 18:00

Kazanların altındaki ateşleri çektik ve biraz soğumaya bıraktık. Daha sonra kazanlar ocaktan alınarak üzerleri örtülecekler ve dinlenmeye bırakılacaklar.
.
.
Bir kazanda kala kala bu kadar kaldı işte. Üstelik dibindeki tortu da dahil. Bakalım ne kadar pekmez çıkacak. İki kazanda toplam 110 litre şıra vardı. Benim tahminim bu kadar şıradan 25 litre civarında pekmez olacağı yönünde.
.
Bitti mi, yok daha bitmedi. Bu birinci perdeydi.

Bu gece dinlenecek, yarın süzülecek ve dibe çöken kısımlar ayrılarak, her iki kazandakiler bir kazana toplanacak ve tekrar kaynatılacaklar. Taa ki uygun kıvama gelinceye kadar. Uygun kıvam nedir? Onu da yarın anlatırım:)

Yarın ikinci perdede görüşürüz...
.
.