21 Ocak 2012 Cumartesi

Budama Zamanı

Asmalar için budama zamanı. Budama; asmalarda büyüme ve gelişme ile verimlilik ve kalitenin dengeli bir şekilde düzenlenerek, bağlardan sağlanan yararın en üst düzeye çıkarılması amacıyla, canlı toprak üstü organları, özellikle bir yaşlı dallar ve sürgünler üzerinde gerçekleştirilen kısaltma, çıkarma ve seyreltme gibi işlemlerdir.

Fotoğraflarla kış budaması için tıklayınız.



Budama işine geçen yıllarda da olduğu gibi yine "baba bağcı" başladı. Her yıl bu zamanlar geldiğinde, sevdiği bir iş olan budamaya başlamak için çok heyecanlı oluyor. Ay takvimine de riayet etmek amacıyla dolunay olmasını bekledi. Bunun yanı sıra geçen hafta içerisinde hava da çok soğuktu, geceleri -6 dereceleri gördük. Don olabileceği ve budanan asmaların da dondan zarar görebileceği için bu soğukların geçmesini de bekledik.



Fotoğraftaki budanmış sıralardan da görüldüğü gibi, budamaya başladık. Bağcılıkta özellikle kış budaması önem taşır. Budamayla; gelişmeye bırakılacak gözlerle, bunlardan oluşacak sürgünlerin, salkımların sayı ve yerleri belirlenir. Terbiye şekli budama ile oluşturulur ve oluşturulan bu terbiye şekli budamayla korunur veya değiştirilir. Asmada budama her yıl mutlaka yapılması gereken önemli kültürel bir işlemdir. Budama zamanı olarak; meyve ağaçlarında genel kural yaprakların dökülmesinden sonraki dönemde kış budamalarının yapılması yönündedir.












Geçen haftaki soğuklarda 12 ton kapasiteli sulama havuzunun üzeri yukarıda soldaki fotoğrafta görüldüğü üzere 1,5 cm kalınlığında buz tutmuştu. Öyleki, bu buzlar öğleden sonra saat 14:00 civarlarında bile hala tam olarak erimemişlerdi. Yukarıda sağdaki fotoğrafta suda yüzen buzlar görülüyor. Hatta, kısa süreli de olsa evdeki çeşmelerden donanlar bile oldu. Biraz üşüdük yani :)

14 Ocak 2012 Cumartesi

Fotoğraf Sanatçısı Arif Aşçı'nın Ziyareti

Yaklaşık 20 gün kadar önce aramış ve kısaca kendini tanıtarak, "önümüzdeki günlerde müsait olduğunuz birgün sizi ziyaret etmek istiyorum" demişti Arif Aşçı. Araya yağmurlu günler falan girdi derken, bugün için haberleştik ve geldiler.



Arif Aşçı, 1986 yılında başlayan ve 3 yıl süren Asya seyahatine çıkmış ve seyahat sonrasında 12 bölümlük bir televizyon belgeseli olan "Turquoise"ı hazırlamış. 1996 yılından itibaren 18 ay boyunca 4 kişilik bir ekiple, deve kervanı üzerinde yol alarak Çin'den Türkiye'ye kadar tarihi İpek Yolunu fotoğraflamış. Bu yolculuğun fotoğrafları 1998'de "The Last Caravan On The Silk Road" isimli bir kitapta yayımlanmış. ( Arif Aşçı - Wikipedi / Arif Aşçı - Web Sitesi )

Bugün ziyarete Arif Aşçı, Güney Koreli eşi Hasne (ismini nasıl telaffuz edelim dedim, "Hasne" diyebilirsin dedi) ve Arif Aşçı'nın abisi Abdullah bey birlikte geldiler. Abisi altı yıl kadar önce yerleşmiş Bodrum'a, kendisi de 4-5 ay kadar önce taşınmış. Bodrum yöresini, köyleri, köy taş evlerini araştırırken de yolu benim web siteme, oradan da buraya düşmüş ve beğenerek takip etmeye başlamış. Bugün de yüzyüze tanıştık, şarap tattık, sohbet ettik. Çok güzel bir sohbetti ve öyle görünüyor ki, bugünkü tanışma ve sohbetimiz bundan sonrakilerin giriş kısmıydı. Zira hem kendileriyle sohbet çok güzeldi hem de konuşulacak çok şey vardı... Bu durumda ne denir? Tekrar görüşmek üzere denir. Aynen bizim de dediğimiz gibi...



İçerisinde çok güzel fotoğraflar olan yukarıdaki kitap "Bahtabakan." Fotoğrafta elimdeki kitap ise "İstanbul Panorama" ve içerisinde çok değişik bir makinayla A4 boyutunda film kullanılarak çekilmiş panoramik İstanbul fotoğrafları var. (Bu makina ve çalışmayla ilgili geniş bilgiye Fotoritim röportajından ulaşabilirsiniz.) Kitap 50x35 cm ebadında ve arada bazı fotoğraflar iki sayfayı birden kaplıyor. Fotoğraflar çok güzel, onları bu büyüklükte basılmış olarak görmek ayrıca güzel...
Teşekkürler Arif hocam...

5 Ocak 2012 Perşembe

Manel Armengol ve En Yaşlı Zeytin Ağaçları / Manel Armengol and Oldest Olive Trees

Zeytin, üzüm ve incir antik çağın en önemli üç bitkisi olarak kabul edilir. O zamandan bu zamana durum Zeytin ve Üzüm için pek de değişmiş değildir. Antik çağ yazarlarından Columella zeytin için "prima omnium arborum - ağaçlar arasında birinci" demiştir. O, ölmez ağaçtır.


www.oli-olea.blogspot.com

Yukarıda başlığını gördüğünüz sitede, İspanyol fotoğrafçı Manel Armengol tarafından Akdeniz ülkelerinde çekilmiş en yaşlı zeytin ağaçları fotoğrafları göreceksiniz. Zeytine niçin Ölmez Ağaç denildiğini, nasıl ayakta kaldıklarını, asırlara nasıl direndiklerini, saygıyı ne kadar çok hakettiklerini gösteren fotoğraflar...

Bizim burada (Pınarlıbelen Köyü) çekilen en yaşlı zeytin ağaçları fotoğrafları için tıklayınız.

Bundan yaklaşık 10 gün kadar önce konusu "oldest olive trees" olan bir e-mail aldım. Email İspanyol fotoğrafçı Manel Armengol 'dan geliyordu. Web sitemi ilginç bulduğunu söylüyor ve web sitem için teşekkür ediyor, Ocak'ın ilk haftasında Bodrum'a geleceğini yazıyordu.

Manel Armengol, İspanya-Barcelona'dan bir fotoğrafçı olduğunu ve bir kitap oluşturmak ve sergiler açmak için Akdeniz ülkelerindeki en yaşlı zeytin ağaçlarını araştırdığını yazıyordu.

Ve son olarak bana, "belki bana bölgenizde yetişen en yaşlı zeytin ağaçlarını bilen bazı kişilerin emaillerini verebilirsiniz veya temasını sağlarsınız" diyordu. Kendisine benim yardımcı olabileceğimi söyledim ve geleceği gün ve nasıl gelebileceği konusunda tekrar haberleştik.



Manel Armengol fotoğraf çekmek için kızıyla beraber geldi. Erdal onlara rehberlik etti ve fotoğraflar çekildi. Ona fotoğrafı çekilen zeytin ağaçlarını sorduğumda, "fantastik" dedi. Buna ben de çok sevindim, çünkü "geldiğine değer umarım" diyordum. Fotoğraf işi bittikten sonra biraz oturalım, şarap ve zeytinyağı tadalım dedik.



Zeytin, Üzüm ve İncir, ama özellikle de Zeytin ve Üzüm demiştik ya, bu da işin Üzüm kısmı. Üzüm denince de şarap tabi. Ne de olsa, Akdenizde amforalarla üzümün kendisi değil, şarabı taşınmış. Benim şarabıma gelince, güzelmiş, öyle dediler... Zeytinyağımızı da beğendiklerini söylediler. Yaşasın zeytin, yaşasın üzüm...

Ayrılırken, yardımlarımız için çok çok teşekkür etti Manel. Bundan sonra e-maille ve web sitelerimizle haberleşiriz dedik...

http://www.manelarmengol.com/

http://www.mediterraneae.blogspot.com/

Dr. Rolf Sigg, Eşi, Oğlu ve Arkadaşlarının Ziyareti



Dr Rolf Sigg ve eşi Dürdane hanımla geçen Temmuz ayında tanışmıştık. İsviçre'de oturuyorlar, orada bir hobi bağları var ve kendi şaraplarını yapıyorlar. Artık Bodrum'da da bir evleri var ve yılda bir kaç kez Bodrum'a geliyorlar. Bugün geldiklerinde Dürdane hanım, "yılbaşı için Bodrum'a geldik, seni de görmeden dönmek istemedik" dedi. Bodrum'da onların misafiri olan Mete bey ve eşi Gaye hanım da onlarla beraberdiler, bu vesileyle onlarla da tanıştık.

Dürdane hanım peynir almış, simit almış, ceviz ve badem almış, nefis bir kabak tatlısı yapmış, koyacağı kapları getirmiş, siz hiçbirşeye zahmet etmeyin dedi ve hemen masayı hazırlayıverdi. Ve çok güzel bir masa oldu... Bu defa onların oğlu Sercan da vardı. Geçen yazın sonunda geldiklerinde Dr Rolf burdan Sercan'ı aradığında, Sercan İsviçre'de yeni hasadı yapılmış Rieslinglerin fermentasyonunu takip ediyordu. O da şarabı bilen bir kişi ve sohbet etmek güzeldi...

4 Ocak 2012 Çarşamba

Bodrum Belediye Başkanı Sayın Mehmet Kocadon'un Ziyareti

Son zamanlarda pek görüşemez olunca Sayın Başkanım duruma el attı. Bir kaç gün önce aradığında, "hiç aradığın sorduğun yok, ben geliyorum..." dedi ve çok da iyi yaptı...



Benim hayatımda, tenis oynadığım zamanlar, mutlu geçen zamanların en başlarında yer alır. Ve tenis oynarken bu zamanları en çok paylaştığım iki kişi olmuştur. Birincisi Sayın Başkanımdır, ikincisi de o zamanlar Bursa'da beraber öğrenci olduğumuz, şimdi Mersin'de tenis antrenörlüğü yapan İlker Sağay'dır. Başkanımla tanışmamız da tenis vesilesiyle olmuştu zaten. Tanışmamızın üzerinden geçen süre "fi tarihi" dedirtecek kadar olmasa da, ona yakındır. Ve o tarihten bu yana geçen zamanda tenis kortunun dışına taşan arkadaşlığımızda beni bir kardeşi gibi gördüğü ve bunu da her zaman söylediği için buradan kendisine sevgi, saygı ve teşekkürlerimi iletiyorum bir kez daha...



Bu ziyarette Başkanım yalnız değildi. Onunla beraber gelen Deniz Eyinç, Mesut Özmutlu ve Hüseyin Boyacı beylerle de tanıştım ve bundan çok mutlu oldum. Denizhan Et Lokantası'nın sahibi olan Deniz beyi gıyaben tanıyordum. Ayrıca Bodrum Mavi dergide yazıyor ve her ikimiz de derginin Yayın Kurulunda yer alıyorduk. Ama ben Yayın Kurulu toplantılarına da sadece bir kez katılmış olduğum için, tanışıklığımız gıyaben olmaktan öte geçememişti. Bu açıdan geç kalmış bir tanışmaydı aslında. Geç oldu ama güzel oldu.

Hüseyin Beyi de tanımıyordum ama sahibi olduğu işletmeyi biliyordum. Gitmemiş olmakla birlikte, ismini ve yerini bildiğim bir restauranttı. Hüseyin bey, Bodrum Milta Marina'nın karşısındaki oldukça meşhur restaurantlardan birisi olan olan Gemibaşı Restaurant'ın sahibi. Kendisiyle tanışmaktan mutlu olduğumu bir kez daha belirtiyor ve görüşmek üzere diyorum...

Mesut bey de bir restaurant işletmecisi ve onun restaurantı da Gümbet'te. Daha önce bu işi epeyce uzun bir süre yurtdışında yapmış. İyi ki tanıştık diyorum. Restaurant işletmecisi misafirlerimle benim şaraplarımdan tatmasak ve şarap üzerine konuşmasak olmazdı tabi. Bu durumda ne yapılır, durumdan vazife çıkarılır...



Eveet, misafirlerimizle adet olduğu üzere, bu da uğurlama fotoğrafı. Tekrar görüşmek üzere...

Eskiden futbol maçlarından önce takımlar topluca fotoğraf çektirirlerdi. Hepimiz hatırlarız o fotoğrafları (en azından ben hatırlıyorum). Onlardan poster yapılırdı ve futbol meraklısı gençlerin odalarının duvarlarını süslerdi o posterler. Çoğu işyerinin ve kahvehanelerin duvarlarında da işletmecilerinin tuttuğu takımların posterleri yer alırdı. Bunlar geçmişte kaldı artık. "Ne alaka" demiş olabilirsiniz. Sanırım alakayı "uğurlama fotoğrafı"ndan kurmuş olmalıyım. En azından "kel alaka" değil yani :)