31 Aralık 2008 Çarşamba

Yeni Yıl


aşılanmış bir asmanın toprak altından çıkan filizi ve yeni bir başlangıç...

SEVGİLİ DOSTLAR,

YENİ YILINIZI EN İÇTEN DİLEKLERİMLE KUTLAR,
2009'UN HER ŞEYİN YOLUNDA GİTTİĞİ,
İYİ BİR YIL OLMASINI DİLERİM...
.
.

30 Aralık 2008 Salı

Günün Sözü (Bağda Çalışmak Üzerine)


Budama zamanına var daha, bu fotoğraf geçen yıldan.

(Bugün öğleden önce vakitleri) Hava soğuk, dışarı çıkılası yok. Babamla içerde oturuyoruz. "Zeytin toplayasım gelmiyor hiç (zaten pek toplamaz), beni yoruyor, başka işleri de yapasım gelmiyor ama bağ işini çok seviyorum, çalışmak için sabırsızlanıyorum" dedi. Ve devam etti, "budamaya biraz daha zaman var ama bir an önce gidip başlamak istiyorum. Hani askerliğin bitip tezkere alacağın zaman yaklaştıkça günler geçmez olur ya, işte öyle bir durum var. Sabırsızlanıyorum başlamak için, gidip bağın içinde biraz dolaşıp geleyim bari" dedi.
Hangi işi yaparsan yap, yaptığın işi severek yapmak çok önemli. Hele bağcılıkta daha da önemli:)
.
.

29 Aralık 2008 Pazartesi

Güzel Bir Bağ



Fotoğrafı Dilek abla göndermişti. Bu bağ nerdedir, neresidir, fotoğrafı kim çekmiştir bilmiyorum. Fotoğraf hakkında hiç birşey bilmiyorum yani. Bildiğim birşey varsa, o da güzel bir bağ ve güzel fotoğraf olduğu:)
.
.

28 Aralık 2008 Pazar

Rıdvan Dursun'un Fransa ve İtalya Gezisi



Bağbozumu döneminde, az miktardaki kendi şaraplık üzümlerimizi toplayıp şaraba yolculuklarını başlattıktan sonra, Rıdvan abi yazın sonunda (oradaki bağbozumu döneminde) Fransa ve İtalya gezisine gitmişti. Gideceği günü bildiğim için bir gün öncesinde telefon edip "güle güle" diyeyim demiştim. Öğleden önce saatlerinde aradığımda, "şimdi indik, eşyalar karışmış, durumlar karışık, sonra konuşalım" demişti. Sonra tekrar konuştuk. Geziyi bir kaç gün öne almışlar. "Bol bol fotoğraf çek ve gezdiğin yerleri not al abi" demiştim ama, nerdeee :)



Geziden döndükten sonra bir kaç defa görüştük, güya bir ara bu fotoğrafların yazılarını yazacaktık, ama bir türlü onu da yapamadık.


Böyle bağlar da varmış...












Ve Sicilya. Sanırım benim gibi bir çok kişi orayı merak ediyordur.

Bu asmanın üzüm verme azmine de diyecek bişey yok:) Feleğin çemberinden geçmiş, yalamış yutmuş bir asmaya benziyor...
.
.

22 Aralık 2008 Pazartesi

Etçik (Etçe) Mantarı



Etçik Mantarı (Clitocybe geotropa) : Açık kahverengi ve huni şeklinde şapkası ve yine aynı renkli, uzun ve toprak içindeki kısmı şişkin sapı ile tanınır. Sonbaharda yağmurlar yağdıktan sonra, daha çok "künnük" dediğimiz yeşil makilikler arasında olmak üzere, çalılıklar arasında, diğer makilikler arasında, çam ormanı açıklarında, kuzeye bakan yamaçlarda ve dere kenarlarında 15-20'lik gruplar halinde yetişir. Bizim buradaki adı "Etçik" tir. Bildiğim kadarıyla buna başka yerlerde "Etçe" de diyorlar. Bunların haricinde başka isimleri var mıdır bilmiyorum.
.
Literatürde tercih edilerek yendiği belirtilen bu tür, tavuk etini andıran lifsi eti, tadı ve kokusunun güzelliği ile her zaman aranır. Bu mantar oldukça büyüyebilir. Yukarıdaki mantar bağın hemen köşesindeki duvarın dibinde bulundu. Etçik mantarı kavrularak, kızartılarak ve ateşin üzerinde közlenerek yenilebilir. Ben ateşte közlenmişini tercih ederim.
.
.

18 Aralık 2008 Perşembe

Arkadaşlarla Şarap Tadımı



İki gün önce Rıdvan abi aramış ve "Perşembe günü yağmur yağacakmış içerde oturması güzel olur. Hem (kankan) Haluk da seni özlemiş, Kadir'e de haber veririz, sohbete gelsek müsait misin?" demişti. "Bir şişe de Terra Zinfandel getireyim onu tadarız demiş" ve bugüne sözleşmiştik. Hoş beşten sonra, görüşmediğimiz zaman zarfında kimler nerelere gitti, neler yaptı onu konuştuk. Bu arada (evde başka kimse olmadığı için) masaya bir şeyler getirme işi de babama düştü. Ardından yavaş yavaş şarapları açmaya başladık. Açılan her değişik şarabı aynı anda tadarak bildiğimiz kadarıyla, üzerinde konuştuk. Sohbet çok güzeldi, böyle olunca da zaman daha çabuk geçiyor. Ya da bana öyle geliyor :)



Tadına baktığımız şaraplar (açılma sırasına göre);

Barbarossa : İzmir - Kavacık'ta yapılmış bir ev şarabı. Bizim köyden bir abimizin (Yaşar Yılmaz'ın) tanıdığıymış bunu yapan kişi. Yaşar abi, benim de evde şarap yaptığımdan bahsedince, karşılıklı fikir edinmemiz açısından bana gönderilmiş bu şarap. Ben de karşılığında bir şarap göndermiştim. Umarım benim de Barbarossa'yı yapan kişinin, benim şarabım hakkındaki fikrini öğrenme şansım olur. %70 Alphonse Lavallee, %30 Cabernet Franc üzümünden yapılmış. (Üzerinde Alphonse Reval yazıyordu, ben bu Reval'in yanlışlıkla yazıldığını, aslında Lavallee olduğunu düşünüyorum) Yılı da yazmamasına rağmen, genç olmadığı anlaşılıyordu. Sanırım 3 yaş civarındadır. Rıdvan abiyle bu şarapta deri kokusu algıladık. Rengi kötü değildi, biraz berraklığında problem vardı. Bunun olabileceğini bildiğim için şişeyi üç dört saat önceden dik koymuştum, şarabı kadehlere koyarken de dipteki tortuların karışmaması için azami gayreti gösterdik. Kötü bir koku, hata yoktu şarapta, alkolü iyiydi. Gövdeli değildi. Bitişi çok kısaydı. Hepimiz aynı şeyi söyledik; yutuyorsunuz dilinizin arka kısmına ulaşan bişey yok, ağzınızda hiç bir şey kalmıyor. Ama benim Alphonse'dan yaptığım şaraplardan hiç birisi bu kadar iyi olmamıştı:)

Terra Zinfandel (2006) : Kokladığım(ız)da Zinfandel'in kendine has kokusu alınıyordu. Berraklığı iyi, rengi canlı ama biraz açıktı. Zinfandelin koyu ve morumsu tonları yoktu. Zinfandel'den beklenen yoğunluğa sahip değildi. Bitişi orta ve kolay içimli bir şarap. Rahatsız edici kötü bir koku ve tat yoktu. Meşe kokusu ve tadı algılanmadı, ama bu benim için problem değil, meşe kokusu olmasa da olur.

Terrale Primitivo (2003) : Ben Primitivo'nun bir üzüm çeşidi olduğunu bilmiyordum. Rıdvan abi üzüm çeşidi olduğunu söyledi. Önce bunun üzerinde biraz fikir yürüttük ve tartıştık. Şarabın arka etiketindeki metinin içinde "Shrah'tan yapılmıştır" yazmışlar. Rıdvan abi hemen bilgisayarın başına geçti ve Primitivo'nun İtalya'da Puglia'nın önemli bir üzümü olduğunu bularak oradan okudu. Hatta Primitivo'nun DNA'sıyla, (Kaliforniyalı) Zinfandel'in DNA'sı birbirini tutuyormuş. Ancak yetiştikleri bölgelerden dolayı zamanla aralarında klonal farklılıklar oluşmuş. %13,5 alkollü bir şarap. Rengi canlılığını kaybetmiş ve açılmaya başlamış. Bitişi iyiydi. Rahatsız edici bir şey yoktu şarapta. Haluk ve Kadir abi o kadar da beğenmediler. Rıdvan abiyi ise bilirim, yıllanmış şarabı sever.

Garova Zinfandel (2007) : Evde kendimiz için yaptığımız şarabımız bu. Beğendik... = :)

Ve en son olarak da yeni yapılmakta Şiraz'a baktık...
.
.

16 Aralık 2008 Salı

Üzüm Tanesi Üzerindeki Mumsu Tabaka



Bazı sert ve yumuşak çekirdekli meyvelerin üzerinde beyaz, mumsu bir tabaka olur. Mesela üzüm ve erik bunların başında gelir. Üzümün üzerindeki pus silinmemiş olmalıdır. Hele hele yıkanması kesinlikle olmaz. Ancak yemeden önce yenilecek kadarı yıkanmalıdır. Satın alınacak üzümün üzerindeki pus tabakası silinmiş ise muhtemelen üzümle fazla oynanmıştır. Böyle üzümlerin tazeliğini kaybetmiş olma ihtimali de yüksektir. Rüzgarın salladığı yaprakların üzüm tanesine sürtünmesi, yolculuk esnasında üzüm tanelerinin birbirine sürtünmesi gibi faktörler de sebep olabilir üzerlerindeki pusun silinmesine. Bunun da üzümün doğal ve güzel görüntüsünü bozduğunu düşünüyorum.

Bu konuyla ilgili bir de hikaye anlatayım size; Kardeşim Erdal üzüm satan birisinin, biraz da külleme olan salkımları bir kova suyun içine sokup çıkararak yıkadıktan sonra sattığını görmüş. Şaşırmış ve bana anlattığında da çok gülmüştük. Üzüm ancak yenileceği zaman, ne kadarı yenilecekse, o kadarı yıkanmalı. Yıkanıp bırakılmamalı.

Peki bağdaki üzüm salkımlarında, taneler üzerindeki bu beyaz ve mumsu tabaka bir işe yarar mı? Yaramaz olur mu hiç;

1. Üzüm tanesi suyla teması sevmez. Suyun üzüm tanesi üzerinde kalması hastalık yapar, erime yapar. İşte mumsu tabaka da burada devreye giriyor, yağmur ya da çiğ damlasını tane üzerinden kaydırarak, suyun orada kalmasını engeller.

2. Bir başka ve fevkalade önemli faydası, taneden su buharlaşmasını engellemesidir. Rüzgarda sallanan asma dallarındaki yapraklar salkımdaki tanelere temas etmiş ve mumsu tabakanın silinmesine sebep olmuşsa, biraz zaman geçtiğinde (hele de güneşe biraz fazla maruz kalmışlarsa) büzüştükleri ve pörsüdükleri görülür. Yani bu tanelerden ciddi su buharlaşması olur. Hasat edilmiş üzümlerde de mumsu tabaka silinmiş ise, su kaybı daha hızlı meydana gelir.

3. Hastalık ve zararlı etmenlerinin taneye girmesinde koruyucu etkisi vardır.

Bir de;

4. Şarap yapılırken kültür mayası kullanılmayacak ve doğal mayalarla fermantasyon yapılacaksa, doğal mayalar üzümün dış yüzeyindeki bu mumsu tabakalı bölgededir.
.
.

13 Aralık 2008 Cumartesi

Şarap Üzerine Bir Radyo Programı : Asmadan Karafa

Evde Şarap grubu moderatörlerinden Memet Karabulut'tan dün aldığım (gruba yazılan) mailde şöyle diyordu Memet Karabulut;

"Artık bir radyo programımız var. Konusu Şarap olan bir radyo programına başlıyoruz… Başlıyoruz diyorum çünkü her ne kadar programı ben gerçekleştirecek olsam da Evde Şarap benim bu konuda en büyük desteğim olacaktır. Şarabı anlamakta aldığım yolda gurubumuzun katkıları ile geldiğim bu noktadan daha ileriye gitmek yine sizlerle birlikte olacaktır. Konu şarap ve şarap kültürü olduğunda bu programda konuşulacak pek çok şey olduğu ortada. Böyle olunca gerek Evde Şarap grubu üyeleri, gerek ise grup dışından pek çok kişi ile bu programı yürütmek gereği var.
.

Programa gerek öneri ve teklif, gerekse konuk olarak katkılarınızı bekliyorum. Bu şekilde şarabın Anadolu’dan çıkarak tüm dünyaya yayılışı, Bağcılık ve sorunları, Türk ve Dünya şarapçılığı, Şarap üretimi ve şarap üretenlerin sorunları ele alındığında, Evde Şarap grubu üyelerinin ilgilendiği konular da bir bir programlara yayılacak. Şaraptan yolu geçen veya şarabın mistik büyüsüne kapılan bağcısından, köşe yazarına, degüstatöründen şarap üreticisine kişilerin seslerini duyurabileceği bir program olmasını düşündüğüm bu programı dinlemenizi, öneri ve eleştirilerinizi bekliyorum.
.

Bu Cumartesi yani yarın programın ilki gerçekleşecek. Saat 20:00 – 21:00 arasında Yaşam Radyo 89.4 frekansında olacağım.

Karasal yayın olarak İstanbul çevresine yayın yapan radyoyu internet üzerinden de dinlemek mümkün
http://www.yasamradyo.com.tr adresini tıkladığınızda otomatik olarak açılacak yayından dinleyebilirsiniz. Programın adı "Asmadan Karafa"

Hepimize kolay gelsin.


Saygılarımla
Memet Karabulut "
İstanbul dışında olduğum için internetten dinlemek gerekecekti. Onun için, maili okuduktan sonra hemen internetten yayını kontrol ettim, problem yok(tu). Sonra da, ertesi gün (yani bugün) bir karışıklığa kurban gidip yayın saatini kaçırmamak için, küçük kağıdıma (hani post-it dedikleri şeyler) yazıp bilgisayarın yanına, göz önüne yapıştırdım.
Ve bugün program başladığında kendi yaptığım bir kadeh şarap eşliğinde (bildiğim şeyler olmakla birlikte) can kulağıyla programı dinledim ve bundan sonra da aynı şekilde takip edeceğim. Memet beyi kutluyor, programı(mızı)n uzun soluklu olmasını diliyorum...


.
.

12 Aralık 2008 Cuma

Sarımsak Dikimi (Yapalım)



Bunlar erken dikilmiş ve yenecek duruma gelmekte olan ve çapa ihtiyacı olan sarımsaklar. Ben sarımsak olarak yazdım ismini. Çünkü biz sarımsak diyoruz ve ben konuşmaya başladığım ilk günden beri sarımsak olarak biliyor(d)um. Sonra bir de sarmısak ismi çıktı ortaya, öyle yazılıp çizildiğini gördüm. Ve isimler karıştı. Hani, nüfus memuru bir harfi yanlış yazarmış eskiden (ya da o ismi kafasında yer ettiği şekliyle yazarmış, şimdi oluyor mu bilmiyorum) ve sonuçta kişi, istenilenden farklı bir isim alırmış ya, öyle bişey olmasın sakın bu isim karışılığının sebebi :) Neyse artık, şimdi tutup bir de doğru isim araştırması yapacak değilim. Burada hep sarımsak derler. Ben de öyle yazdım, vesselam... Yoğurdu sarımsaklasak da mı saklasak, sarımsaklamasak da mı saklasak :)



Tohumluk olarak ayrılmış olan bu sarımsaklar, beklemekten sıkılmışlar ve durdukları yerde cücüklenmeye :) başlamışlar. Bunlar dikilmeden önce tek tek dişlerine ayrılıyorlar.


Dikilmeye hazır tohumluk sarımsaklar



Ve dikim: kabartılmış olan toprağa, 3-4 cm kadar derinlikte batırılıp bırakılıyorlar.

.
Bunlar da erkenden dikilmiş ve yenecek büyüklüğe gelmek üzere olan soğanlar. Sarımsak olur da yanında soğan olmaz mı hiç :) Ne de olsa, sağımız sarımsak, solumuz soğan :)
.

9 Aralık 2008 Salı

İyi Bir Yıl (Filmi)

Bundan 15 yıl önceydi, yönetmen arkadaşım Mustafa Yaşar, "Cazcı Kardeşler" filmini en az 40 defa izlediğini söylemişti. Biraz inanması zor gelmişti o zamanlar. Daha sonra buna benzer şeyleri başka filmler için başka kişilerden okudum, duydum. Şimdi de aynı şeyi ben yapıyorum. Demek ki olabiliyormuş:) "İyi Bir Yıl" filmini bu akşam iki defa daha izledim ve bu toplamda yedinci izleyişim oldu. Gece bitmedi, yani bir defa daha izleyebilirim. Ki bunları da televizyonda Digiturk kanallarında izledim. Eğer VCD ya da DVD'sini alırsam, sanırım bu sayı daha da yükselecek ve her seyrettiğimde benim hayalim biraz daha koyu bir kıvama gelecek...

Çocukluğunu Fransa'nın güneyinde Provence'de büyük amcasının Chateau'sunda üzüm bağları arasında geçiren, büyük amcasıyla şarap tadan, şarabın inceliklerini öğrenen Max Skinner (Russell Crowe), çocukluktan sonraki yaşamına İngiltere'de devam eder ve orada, hızlı konuşan, hayatı hızlı yaşayan, para piyasalarını ters yüz eden acımasız bir borsacı olur. Günün birinde büyük amcasının öldüğünü ve Chateau'nun da ona miras kaldığı haberini alır. Miras işlemlerini halletmek ve Chateau'yu satmak için sadece iki günlüğüne Provence'e gider. Gidiş, o gidiş... Gerisi filmde :)
.
.

1 Aralık 2008 Pazartesi

Kırma (Çekişte) Zeytin



Çekişte (Kırma) zeytin, zeytinler olgunlaşmaya başladıklarında ilk önce yapılan, çabuk olgunlaşan ve fazla bekletilmeden tüketilen bir zeytindir. Yukarıda acılığı gitmiş ve yeme olgunluğuna gelmiş çekişte zeytinler var.



Kırılmaya hazır zeytinler. Çekişte zeytin çok olgunlaşmış (yani kararmış) zeytinlerden yapılmaz. Zeytinler yeşil olmalıdırlar ya da en fazla yarı kararmış olabilirler.



Zeytinler bu şekilde kırılırlar. Kırmayı herhangi bişeyle yapabilirsiniz. Önemli olan kırılması. Ama işin bir de geleneksel tarafı var. Mesela yukarıdaki taş; deniz kenarından seçilip alınmış, bir tarafı hafif düz diğer tarafları yuvarlak, temiz bir taş ve her yıl kırma işlemi bunla yapılır. Ama başka bir yol daha önerebilirim; evin içinde kırıyorsanız ve zeytinlerin sağa sola kaçmasını, etrafa yağ sıçramasını istemiyorsanız, altı biraz bombeli olan küçük bir şişe (mesela soda şişesi) kullanabilirsiniz. Bombeli kısım zeytinin yeteri kadar kırılmasına olanak vermekle birlikte, kırıldıktan sonra oraya hapsolan zeytin etrafa kaçamaz ve yağ sıçratamaz :)



Kırıldıktan sonra kavanozlara ya da pet damacanalara konulan zeytinin suyunu sık sık değiştirmeye kalır iş. Ne kadar sık değiştirilirse, zeytinin acılığı o kadar çabuk gider ve yeme olgunluğuna gelir. Her ne kadar çekişte fazla bekletilmeden tüketilir ise de, uygun saklama koşullarında (tuzlu suda) uzunca bir süre saklanabilir.
.
.

28 Kasım 2008 Cuma

Bodrum-Karaova Yöresinde Yaygın Zeytin Çeşitleri

Çocukluğumdan beri hep iki zeytin ismi duymuşumdur burada. Yoz zeytin ve Milas zeytini. Yoz zeytin dedikleri daha erken gelişir. Bu zeytinin ağaçları yaşlıdırlar. Asırlıktırlar, hatta bir kaç asırı devirenleri vardır.



Milas Zeytini denilen zeytin bu işte. Vakti zamanında Milas tarafından aşıları (ya da fidanları) geldiği için bu ismi almış olmalı. Ben bunun ismini daha çok "Dilme Zeytin" olarak bilirdim. Çizik zeytin (bizim burada dime zeytin denir) bundan yapıldığı için bu ismi almış olduğunu düşünüyorum. Bu zeytinin ağaçları genç ağaçlardır. Düzenli tesis edilmiş olan zeytinlikler de genellikle bu çeşittendir. Literatürdeki adı ise "Memecik" olarak geçmektedir.



Yoz zeytin denilen zeytin de bu :) Buralarda, yol kenarında, tarla sınırında, orda burda, münferit olarak bir çok zeytin ağacı görebilirsiniz. Çok eskilerde, delicesini aşılayan kişi o ağacı sahiplenmiş. Ve çok ilginçtir, herkes çok geniş bir alandaki tek tek dağılmış ağaçlarının yerini hiç unutmaz:) Ve mirasta zeytin ağaçları da tek tek bölüşülmüş. Çoğu bir kaç asır devirmiş olan bu ağaçların hemen hemen hepsi "yoz zeytin" olarak bilinen çeşittendir. Buralarda meşhur olan "çekişte zeytin" (çoğu kişi kırma zeytin olarak bilir) bu zeytinden yapılır. Bunun yanı sıra literatürde "çekişte" adında bir zeytin çeşidi de mevcut.



Büyüklüklerini ve şekillerini kıyaslamak açısından, yan yana (buranın adlandırmasıyla) Milas Zeytini (ya da Dilme Zeytin) ve Yoz Zeytin.



Son bir kaç yıldır tesis edilen yeni zeytinliklerde bunların haricinde yeni çeşitler dikiliyor. Ama bunlar henüz kayda değer düzeyde verime geçmiş değiller. Bir de gittikleri yerlerde gördükleri farklı çeşitlerden aşılık kalem getirilerek aşılanmış farklı zeytin çeşitlerinden tek tük görülebilir ki, miktarı çok çok azdır. İşte yukarıdaki zeytin de bu bağlamda aşılanmış olan bir çeşit, "Ayvalık" çeşidi. Yaklaşık 50 yıl önce aşılanmış ve sadece iki ağaç var bizde. Yağlık ve sofralık bir çeşit.

Büyüklük ve şekillerinin kıyaslanabilmesi için her üç zeytin yan yana.
.
Zeytin çeşitleri için bknz. Zeytincilik Araştırma Enst.
.
.

27 Kasım 2008 Perşembe

Lorch, Weingut-Mohr'dan Güzel Bir Haber :)

Almanya, Ren Nehri (Şarap) Bölgesinde, Lorch'daki arkadaşımdan aldığım mail;

Merhaba,
................
Haftasonu tadım* güzel geçti, insanlarla sohbet, kendini tanıtma güzel bir şey, her ne kadar Jochen kadar bilgim olmasa da. Stand komşum çok bilmiş bir Cekoslavakyalıydı!!! Almanya´da Sommeliere deniliyor. Hani şarap eğitimi alıp, restoranlarda bunu öneren insanlar. Kısaca böyle açıklaması. Neyse biraz ukala bir tipti, ama takan yoktu. Ortam çok iyiydi. Ev sahipleri, yani marketin sahipleri genç bir gruptan oluşan bir ortaklar topluluğu ve bizim şarapları çok beğeniyorlar.

Ha bu arada Jochen´in -şampanya ayarında- köpüklü bir şarabı "Sekt", ünlü bir şarap dergisinde en iyilerden biri ödülünü aldı. Büyük bir resim uzun bir yazı, Noel öncesi için iyi bir reklam oldu bize. (Bu habere, sanki benim şarabım ödül almış kadar sevindim. Sizi ve Jochen'i kutluyorum - M.Vuran)

* Cumartesi günü bir Şarap Marketinin Noel öncesi bir bayramı var. Orda bizim de şarabımız satılıyor, ben de standda şaraplarımızı ikram edeceğim.
.
.

24 Kasım 2008 Pazartesi

20 Kasım 2008 Perşembe

Bağda Sıra Arası Otları ve Yeşil Gübreleme

Dünkü yazıda yağmurdan, bağ içindeki otlardan bahsetmiştik. Bugün de devam edelim. Yağmurlu günden iki fotoğraf ve bağın içindeki ot meselesi:)



Şiddetli bir yağmurdan sonra, Kale Dağının yarısını sis basmıs. Yağmur ara ara yine yağıyor. Güzel bir hava. Asmaların yaprakları kuruma yolunda hızla sararmaktalar. Ve ben hem bu rengi, hem bu havayı seviyorum...


Eğer fotoğrafı (üzerine tıklayarak) büyütürseniz yağmuru da görebilirsiniz :)

İçinde yeşil gübrelemenin de olduğu "bağda gübreleme" konusuna daha sonraki bir günde değinmeyi düşünüyorum ama hazır otlardan bahsetmişken, bu otların yeşil gübre olarak da kullanılabileceğini söyleyeyim.

Organik maddeler toprağa iyi bir fiziksel yapı kazandırırlar ve böylelikle toprağın su tutma kapasitesi, geçirgenlik ve havalanma gibi özelliklerini iyileştirirler. Bunun için ya ahır gübresi kullanılır ya da yeşil gübreleme yapılır. Yeşil gübre için baklagil bitkileri tercih edilmekle birlikte, yukarıdaki fotoğrafta da görüldüğü üzere, bağın içindeki otlar, her ne kadar baklagiller kadar makbul olmasa da, ilkbahara doğru toprak altına gömülerek yeşil gübre olarak değerlendirilirler.
.
.

19 Kasım 2008 Çarşamba

Toprak Taşınması (Erozyon) ve Bağ Sıraları Arasının Otluluk Durumu

18 Kasım'daki yazının (iki önceki yazı) son bölümünde bağların arasındaki otlardan ve toprağın taşınmasından bahsetmiştim. Dünkü yazıda da şiddetli bir yağmur yağdığını yazmıştım. İşte tam da bunun üstüne, dünkü yağmurda aşağıdaki fotoğraftaki durumun oluştuğunu gördük.



Bu bağın sıraları eğime dik olarak oluşturulmuş durumda. Eğim de çok fazla değildir. Az ve düzgün bir eğim var. Buna rağmen (eğimin nispeten fazla olduğu bağın küçük bir bölümünde) kısa sürede ve çok şiddetli yağan yağmurun toprakta yaptığı tahribat bu. Daha önceki yıllarda bunu yaşamamıştık. Eğimin çok fazla olmamasına ve bağın içinin otlu olmasına rağmen bu durum oluştu. Eğer toprak işlenmiş olsaydı, hem gevşemiş olacaktı hem de bu otlar olmayacaktı, bu durumda da yukarıdaki toprak taşınmasının çok daha fazlasıyla karşılaşacaktık. Aslında babama sürelim demiştim geçenlerde. O da bana, "yağmur bağın içindeki toprağı alır götürür o zaman" demişti.


Bağın başucundaki nispeten çıplak yerdeki toprak taşınması.



Bağın bu bölümünde öne doğru biraz eğim var. Ve otlar var. Buradan da aşağıya doğru yağmur suyu akmasına rağmen kayda değer herhangi bir toprak taşınması olmamış. Her ne kadar buradan çok fazla su gelmemiş olmakla birlikte, toprak taşınmasının olmamasında, toprağın otlarla örtülü olmasının etkisi var.

Sonuç 1 : Bu otlar toprağı tutmaktadır. Eğer yazın da yağmur yağıyorsa ( bazı şarap ülkelerinde olduğu gibi), bağın içinin otlu olması bu bakımdan anlamlıdır. Hatta yağmur damlalarının toprağa çarptığındaki, toprağı parçalama etkisinin azaltılması için (başka faydalarının yanında) sıra aralarında çakıl taşlarının olması da anlamlıdır.
Hatta hatta, daha da ileri gidip, bağ sıraları arasının dar tutularak yağmur damlalarının çarptığı toprak alanının mümkün olduğunca küçültüldüğünü, o kısmın da otlu olmasıyla toprak taşınmasının önüne büyük oranda geçilmiş olacağını söyleyebilir miyiz? Acaba :) Fazla mı mantık yürütüyorum yoksa :)

Sonuç 2 : Yaz boyunca (Mayıs ortası - Eylül sonu) yağmurun yağmadığı ve bağların da sulanmadığı durumda ise, otların topraktaki suya ortak olmamaları açısından, (yaza girerkenki son toprak işlemelerle) bağların içinin otlu bırakılmamasının uygun olduğunu düşünüyorum...
.
.

18 Kasım 2008 Salı

Vay Anasına :)

Geçen baharın sonunda Mayıs ayının ortalarında yağmıştı yağmurlar. Arada yaz boyunca yağmadı. Yazın ardından Eylül ayının ortalarında neredeyse bir hafta süreyle yağdıktan sonra yine yağmadı, taa ki bugün sabaha kadar. Bugün sabah koyu bulutlarla kaplı bir gökyüzünün altında çok kapalı bir güne uyandım, ardından da doluyla karışık çok şiddetli bir yağmur başladı. Doluyla karışık kısmı 10 dakika kadar sürdü, sonrası dolusuz devam etti. Dolu taneleriyse bir acayipti. Şimdiye kadar hiç görmediğim türden. Benim bildiğim dolu taneleri, büyüklüğü değişmekle birlikte yuvarlak şekilli ve kar beyazına yakın renkli olurlar. Bugün yağanlarsa; sanki buzhanedeki büyük bir buz kalıbının çekiçle kırılmış küçük parçaları gibiydiler ve camsı bir saydamlıktaydılar. Acaba bu da mı küresel ısınmadan kaynaklanıyor...

Neyse, gelelim asıl meseleye; yumurtadan çıkalı daha bir kaç gün olan beş tane civciv vardı. Yağmur başladığında dışarıda anasıyla geziyorlarmış. Yağmurun durmasına yakındı, "acaba civcivler ne oldu, bu dolu ve yağmur onları öldürmüştür, çok iri düşen yağmur damlaları ve dolu değilse bile, oluşan küçük derecikler onları alıp götürmüştür" dedik. Üzüldük ve meraklandık tabi. Hemen gidip baktığımızda, bağın kenarında bir yerde duruyorlarmış ve hiç bişey olmamış. Çünkü anaları onları altına almış ve korumuş, civcivler o şiddetli yağmuru görmemişler bile. Vay anasına...
.
.

16 Kasım 2008 Pazar

Almanya - Ren Nehri Bölgesinde Lorch'da Bağbozumu



Daha önce (02.10.2008 tarihinde) Almanya´nın Ren (Rheingau) nehri bölgesinde bulunan Lorch'daki weingut-Mohr 'dan (weingut : küçük şarap firması) bir mail almış ve onlarla ilgili yazmıştım. Zaman zaman haberleşmeye devam ediyoruz ve böylelikle bağcılık ve şarapçılık takviminde yapılan işler hakkında karşılıklı fikir sahibi oluyoruz. Orada bağbozumu Ekim ayı başlarında başlamıştı. Weingut-Mohr bağlarındaki bağbozumu Ekim ayının ortalarında oldu. Bunlar da oradaki bağbozumundan bir kaç fotoğraf.

Riesling üzümleri toplanıyor ve bağlar yamaç arazide olduğu için, üzüm kasaları yukarıdaki gibi arabaya konuluyor ve yukarıdaki yola çekiliyor(muş).
.
Traktörden kuvvet alarak çalışan makara sistemine bağlı taşıyıcı araba yukarıdaki yola çekilerek üzüm kasaları traktörün römorkuna yükleniyor(muş).



Buradaki bağlarla ilgili bir not daha; Bağlar Ren nehrinin her iki yanında ve yamaçlarda olduğu için yağmurlarla toprağın taşınmaması için bağların arasına saman veya buna benzer şeyler serpiştiriliyor(muş). Yani malçlama benzeri bişey. Aslında bu durum bağların arasının otlu olmasını da açıklıyor. Bağların arasındaki otlar bırakılmalı mı, yoksa ot olmamalı mı? Böyle yamaç arazilerde otlu olması faydalıdır (diye düşünüyorum), çünkü toprağı tutacak ve taşınmasını önleyecektir. Bunu böyle görüp, (bizim ülkemizde de) her türlü arazi için aynı uygulamayı savunmak da doğru olmayacaktır. Mesela su kıtlığı olan ve düz olan bir arazide bağın arasının otlu olmasının bir anlamı ve faydası yoktur (diye düşünüyorum). vs. vs...
.
.