26 Aralık 2012 Çarşamba

Gemlik Zeytini

Bizim bu yörede, son 7-8 yıl içerisinde zeytinin en fazla olduğu yıl, bu yıl. Ve şimdi de zeytin hasat zamanı. Ama bu yazı zeytin hasadı yazısı değil, onu ayrıca yazmak istiyorum. Bu fotoğraflar Gemlik zeytini fotoğrafları ve Kasım'ın 13 'ünde çekilmişlerdi. Bugün yazayım, yarın yazayım derken, arada kaynayıp gideceklerdi neredeyse. 

Gemlik Zeytini : Marmara Bölgesinde Mudanya, Gemlik, Orhangazi ve İznik yöresinde yoğun olarak yetiştiriciliği yapılmakta olup, bölgedeki zeytinliklerin yaklaşık %80-85'ini oluşturmaktadır. Gemlik zeytin çeşidinin (çeliklerinin) köklenme oranı yüksek olduğu için ülkemizdeki zeytin fidanı üretiminde büyük bir kısmı (yaklaşık % 90-95) Gemlik çeşidi olduğundan, Gemlik çeşidi oldukça geniş bir coğrafi dağılım göstermektedir. Kısmen kendine verimlidir, gerektiğinde Ayvalık, Çakır ve Erkence çeşitlerine tozlayıcı olarak önerilebilir. Yüksek verimli bir çeşit olup iyi bakım şartlarında yıllara göre düzenli ürün verir. Erken olgunlaşır. Ege Bölgesi şartlarında Mayıs'ın ikinci haftası meyve bağlar, Ağustos'un son haftası ile Eylül'ün ilk haftası yeşil, Kasım'ın ilk haftası siyah olum dönemindedir. Soğuğa karşı kısmen dayanıklı, verticillium solgunluğuna orta derecede duyarlıdır.

Çok amaçlı kullanıma elverişli olmasına rağmen genellikle siyah sofralık olarak değerlendirilir. Sofralık değerlendirilemeyen ya da sofralık kalite dışı kalanlar yağlık olarak da değerlendirilirler. (Kaynak : Zeytincilik Araştırma İstasyonu Müdürlüğü)

 2009 yılı verilerine göre Dünya zeytin üretimi yaklaşık 18 milyon ton olup bunun % 98'i Akdeniz'e kıyısı olan ve çoğu AB üyesi olan İspanya, İtalya, Yunanistan, Türkiye, Tunus, Suriye, Fas, Portekiz, Fransa ve Cezayir gibi önemli üretici ülkeler tarafından üretilmektedir.

İspanya Dünyada zeytin üretiminde lider konumda olup, 2. sırada İtalya, 3. sırada Yunanistan,  4. sırada Türkiye yer almaktadır. İspanya'nın en önemli sofralık zeytin çeşidi Manzanilla'dır. Gemlik ve Manzanilla birbirine oldukça benzeyen iki zeytin çeşididir.

 2009 yılı istatistiklerine göre Türkiye'deki zeytin ağacı varlığı dağılımı % 55 Ege Bölgesinde, % 26 Doğu Akdeniz Bölgesinde, % 15 Marmara Bölgesinde, % 4 Diğer Bölgeler şeklindedir.

Bugün, Ülkemizde zeytin denildiğinde birçok kişinin aklına hemen Balıkesir, Ayvalık, Gemlik gelmektedir. Ama yukarıdaki istatistiklerden görüldüğü üzere, ülkemizdeki zeytin ağaçlarının yarısı Ege Bölgesindedir.
  
Gemlik Zeytini : Yöresel isimleri Trilye, Kaplık, Kıvırcık ve Kara dır. Kökeni Bursa Gemlik tir. Ağacı orta kuvvette gelişir. Fazla dik olmayan yarı dik bir taç oluşturur. Meyveleri orta büyüklükte olup yuvarlağa yakın, silindiriktir. Yağ oranı olarak %29.98 dir. Erken verime yatar verim yüksek ve düzenlidir. İyi bakım şartlarında periyodisite göstermez. Soğuğa karşı kısmen dayanıklıdır. Meyve kalitesi iyi olanlar sofralık olarak değerlendirilmekte sofralık kalitesi düşük olan meyveler yağlık olarak değerlendirilmektedir. Sofralık olmasının yanında iyi bir yağlıktır. Kasım ayının ilk yarısında olgunlaşır. Sulama imkânı olan arazilerde dengeli ve düzenli sulama yapılması tavsiye edilmektedir. (Kaynak : Özege Teknik Fidancılık)

Bağın hemen kenarındaki bu zeytin ağaçları, önce deliceler dikilerek, sonra da aşı yapılarak yetiştirildiler. Aşıları alçaktan yapılarak taçlanmalarının da alçaktan olması sağlandı. 

Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, ''meyve veren'' zeytin ağaçlarının % 50'sini ''Memecik'', % 20'sini ''Ayvalık'', % 11'ini ''Gemlik'' çeşidi oluşturmaktaymış. Bu veriler Anadolu Ajansından 2007 yılında geçen bir haberden alınmıştır. İstatistiğin bir kaç yıl daha eskiye ait olduğu da düşünülürse, son yıllardaki yoğun Gemlik zeytini dikimi sonucu, Gemlik zeytini oranının biraz daha yükselmiş olması kuvvetle muhtemeldir. 

Biz de, amcamın bu zeytinlerinin aşı zamanı yaklaşırken, hangi çeşidi aşılayacağımız konusunda epeyce araştırma yapmıştık. Bizim bu yörede zeytinler yağlık olarak kullanılıyor. Aileler sofralık zeytini ancak ihtiyaçları kadar yapıyorlar. Bu da "çizik" ya da yöresel adıyla "dilme" zeytin şeklinde oluyor. Biz de, birazını salamura siyah zeytin yapmakta kullanırız, geri kalanını da yağlık olarak kullanırız diye düşünmüştük. Bir de, sanırım o aralar Gemlik zeytini  biraz da "moda" idi, diğer bir ifade ile trenddi.

Gemlik zeytini fidanı üretiminin ülkemizdeki zeytin fidanı üretiminin % 90 'lara varan büyük bir bölümünü oluşturması, bunun neticesinde son dönemde gerek fidanlıklardan temin edilerek, gerekse Bazı Kurum ve Kuruluşlar tarafından dağıtılarak dikilen zeytin fidanlarının büyük bir bölümünü Gemlik zeytini oluşturmuştur.

Gemlik zeytini furyasından bu yöre de payına düşeni almıştır. Böyle bir furya doğru mudur, değil midir tartışılır. Amcamın son tahlili doğru yapmadığımız yönünde.Yukarıda bu çeşitle ilgili bilgi verilirken "sulama imkânı olan arazilerde dengeli ve düzenli sulama yapılması tavsiye edilmektedir" denilmişti. Bu zeytinler de mümkün mertebe sulanmalarına rağmen istenildiği şekilde olmadılar. Ağaçların yüzü pek gülmüyordu. Yani ağaçlar parıl parıl ve canlı değillerdi. Bunu, bir ara zeytin fidanı işi de yapmış olan bir arkadaşımla konuşurken, "eğer delice üzerine aşılanmayıp, çelikle üretilmiş fidan olsaydı bu kadar da başarılı olmayabilirdi" demişti. 

Şimdi, Ege Bölgesinde en fazla yetiştirilen zeytinin Memecik olmasının, hatta bu çeşidin orijininin de Muğla olmasının bir hikmeti olmalı değil mi? İşte o hikmet de "kurağa karşı dayanıklı" olmasından geliyor. 

Velhasılı, bu yörede oldukça az, belki de yok denecek kadar az olan Gemlik zeytinlerinin bizdeki hikayesi ve fotoğrafları bu kadar.

24 Aralık 2012 Pazartesi

Asma Dalları Yapraksız ve Yalnız

Bağ dinlenme zamanında. Yapraklar döküldü, dallar bomboş kaldı. Onca yapraktan eser yok. Ortalarda görünmediklerine göre, önümüzdeki yaz yine bir yaprak olarak, bir üzüm tanesi olarak dönmek üzere toprağa karıştılar, gübre oldular...   

Bu arada, budama zamanı da yaklaştı. Aşağı yukarı 2-3 hafta sonra budamaya başlarız. Ondan sonrası da çabuk gelir zaten. Asmalar filizlendi, filizleniyor derken, bir de bakmışız yaz gelmiş, üzümler olgunlaşmaya başlamışlar... Klasik olacak ama, zaman çok mu çabuk geçiyor, ne?...

28 Kasım 2012 Çarşamba

Çift Sürme Zamanı

Toprak; Geldiğimiz yerdir, gideceğimiz yerdir, yurttur, bizi doyurandır... Çok şeydir... Toprağı işleme, (günümüzdeki haliyle) toprağı sürme, dünyada yapılan en eski işlerden birisidir. Üretmenin ilk ayağıdır...

Bu yıl biraz geç kalan sonbahar yağmurlarından sonra toprak tava gelir gelmez tarlalar sürüldü, tohumlar atıldı. Bu fotoğrafı çektiğim geçen Pazar günü, etraftan çift süren bir çok traktörün sesi geliyordu. Çünkü bir an önce sürülmeli, toprağın tavı kaçırılmamalıydı.

Toprağın tavında işlenmesi çok önemli. Tavında işlenmeyen toprağın yapısı bozulur. Bir toprak kuruysa zaten pulluk girmeyecektir, çok yaş da olmamalı, ikisinin ortasında olmalıdır. Avuca alınıp sıkıştırıldığında topak olmalı, ama bırakıldığında da dağılmalıdır. Üzerinde yüründüğünde sanki halının üzerinde yürüyormuş hissi uyandırmalıdır. Basıldığında hafif bir ayak izi oluşmalı, sonra tekrar düzelecek şekilde kabarmalıdır. Ezginin Günlüğü, "Gecenin İçinde" şarkısında "toprak somun gibi kabarır" derken bunu mu kastetmiştir bilmem ama, tavında bir toprak hakikaten somun gibi kabarır...  

24 Kasım 2012 Cumartesi

Sonbahardan Fotoğraflar

İlkokulda, okuma yazmadan sonra ilk öğrendiğimiz şeylerden birisiydi mevsimler. İlkbahar - Yaz - Sonbahar - Kış. Tekerleme gibi bişey... Kuzey yarımkürede Yaz ile Kış arasında, Eylül - Ekim - Kasım aylarına denk gelen geçiş mevsimi. Bu durumda, sonbaharın son günlerinde oluyoruz. Bitti, bitiyor. Bitmesin mi, gitmesin mi, gitsin tabi. Zaten de, tutamam ki zamanı. Ama bir kaç fotoğrafla bu bloga not düşebilirim...   


Burası, bağ ve eve giden (fotoğrafı çektiğim yer itibarıyla gelen oluyor) yol. İncir ağaçlarının yaprakları sararmaya yeni başlıyorlar. Tel çitin hemen iç kısmında kalan asmaların yaprakları sarardılar ve dökülüyorlar. Yolun her iki kenarında da, yağan yağmurdan sonra otlar kendini göstermeye başladılar. Yolun ortasındaki arkadaşın adı da "Wine". Duruşa bakar mısınız... (fotoğrafları büyütmek için üzerine tıklayınız)


Bu küçük salkımların tanelerinin bir kısmı kurumuş, yaprağın da yeşilliği gitmiş ve dalındaki son zamanlarını geçiriyor, ama bu son zamanlarında da bize çok güzel bir renkle veda ediyor...


Bağ her mevsim güzeldir. Hava da böyle güzelken fırsatı değerlendirmek lazım...


Bu yaprakların fotoğrafları çekilmez de ne yapılır... 


Arkadaki dağ, Kale Dağı. Biz de onun eteklerindeyiz. Kale Dağının bu görünen zirvesinin diğer ucunda Lelegler'den kalma antik yerleşim yeri Theangela var. 
"Bir kedi gördüm sanki." O da, bağda benle beraber gezen ufaklık.

Bu yıl sonbahar yağmurları oldukça geç geldi. Bu fotoğraf da, geç gelen sonbahar yağmurlarının, evin önündeki gölgelikteki Amerikan sarmaşığının yapraklarıyla buluşmasının fotoğrafıdır :)
(Daha önceki yıllardan sonbahar fotoğraflarını görmek için hemen alttaki sonbahar etiketine tıklayınız.)

16 Kasım 2012 Cuma

Meşe, Meşe Palamudu, Pinar Ağacı (Qercus aucheri)

Gezerken, bağın hemen girişindeki palamut ağacının (meşe palamudu) dibine düşmüş olan bu palamutları görünce alıp fotoğraflarını çekeyim dedim. Zaten, çocukken de bunları toplamayı severdim. Fotoğraflarını çekmişken bu fotoğrafları bloga koyayım, altına da birkaç şey yazayım dedim. Derken, konu biraz daha genişledi, dallandı budaklandı...

Bu bir palamut meşesi. Biz kısaca "Palamut" diyoruz. Fagaceae familyasına ait bir bitki. Latince ismi Quercus ithaburensis. Ağaçta oluşan bütün palamutlar bu kadar büyümezler, çoğu daha küçükken dökülürler. Ancak bir kısmı bu büyüklüğe ulaşırlar. 

Sincaplar başta olmak üzere, bazı yabanıl kemirgenler bunu çok severler. Kabuğunun içinde kestaneye benzeyen yenilen kısmı vardır. Yenilen bu kısım tanen bakımından zengindir. Yenilmesi aynen kestanede olduğu gibidir. Boya sanayiinde ve sepicilikte kullanılır. (Bu arada sepicilik; hayvan derilerini kullanılacak hale getirmek için yapılan işlemlermiş.)

Çiftliğe geliş yolu üzerindeki ve aynı zamanda bağın girişinde olan bu meşe palamudu epeyce yaşlı bir ağaç. Yaşı 100'ün üzerinde. Palamutlar boya sanayiinde kullanılır demiştim ya, bizim burada da kök boya yapılırken kullanılır(dı). "Kullanılırdı" diyorum, çünkü artık kök boya yapılmıyor. Bizim meşe palamudu da bu civardaki en yaşlı palamut ağacı ve çok iyi hatırlıyorum, eskiden birçok kişi bu ağacın palamutlarından toplamak için gelirdi. 30 yıl kadar önce bir kısım dalları, arazinin içine gölge yaptığı ve o kısımda ürün yetişmesine engel olduğu gerekçesiyle kesilmişti. Neredeyse, bir bu kadar daha vardı. Şimdi olsaydı, her ne sebepten olursa olsun, o dalların kesilmesine mani olurdum. Çünkü bu ağacın heybetini seviyorum. Her yıl sonbaharda, aşağı yukarı bağlarla beraber yapraklarını döker, baharda bağlarla beraber yeni yapraklarını açar.

Bağ demişken; şarapların olgunlaştırılmasında kullanılan fıçılar da meşeden yapılıyor. Ama hangi meşe? Öncelikle, bu aileye ait bir sürü alt tür var. Fıçı yapımında hangisinin kullanıldığı önemli. Hadi o tamam, onun da nerede yetiştiği önemli. Dünyada kullanılan iyi fıçılarda, Fransız meşesi, Amerikan meşesi ve Macar meşesi kullanılıyor. Hatta, Amerikan meşesinin de bazı eyaletlerinde yetişenleri daha makbulmüş. Falaaan, faalan, falan... Bu mevzu biraz derin.      

Yapraklarının boyuna bosuna, şekline şemaline, ölçüsüne falan girmiyorum artık. Yapraklarda şekil bu :)

Bu da, Quercus aucheri. Aynı familyanın bir başka ferdi. Bizim buradaki adı Pinar'dır. Daha da ayırıcı bir isimle "Boz Pinar" denilir. Yaprakları yumuşak ve kenarları dikensiz olur. Keçiler çok severek, diğer hayvanlar da, (yiyelim baari) diyerek yerler. Pelit denilen (burada Pilit denilir) kestane benzeri tohumlarının tanenli ve hafif acımtırak bir tadı vardır. Yine bunlar da, palamutta olduğu gibi, kestane gibi yenilebilirler. Sincaplar ve başka bazı kemirgenlerle, koyun, keçi, inekler de bunları yerler.  

Pinar çalı formunda da, ağaç formunda da olabilir. Çalı formundaki bir pinar budanarak ağaç şekli verilir ve o şekilde büyütülürse, yukarıda da görüldüğü üzere oldukça büyüyebilir. Bu büyüklük 15-20 metreye ulaşabilir. Yukarıdaki ağaçlar da 100 yaşın epeyce üzerinde yaşlı ağaçlardır.  

Bunun da Latincesi vardır mutlaka. Ama bilmiyorum :) Bizim burada "Kızıl Pinar" deniliyor. Bunun tohumu diğerine nazaran biraz daha ince uzun oluyor. Tadı tamamen acıdır, yenmez. Bildiğim kadarıyla hayvanlar da yemiyor. Yaprakları Boz Pinar yaprağına göre daha büyüktür ve kenarları da dikenlidir. Yapraklarını da sevmez hayvanlar. Bunu sevse sevse kim sever, deve sever :)

İşte, bu da o dikenli yaprak. Deseni hiç de fena değilmiş. 
Şimdii, bu Boz Pinar'dan da, Kızıl Pinar'dan da bizim burada oldukça fazla miktarda var. Bizim köyün ismi Pınarlıbelen ve ismin buradan, yani Pinar'dan geldiğini düşünüyorum. Çünkü bu köyde Pınar yok, ama Pinar çok.   

Gelelim işin biraz da oyun kısmına; Biz küçükken bu pilitlerden "topaç" yapardık. Pilitler küçük olduğu dönemde alınır ve arka kısımları düz bir şekilde kesilerek, küçük düz bir çöp takılırsa topaç yapılmış olur. Aynı şey, pilitlerin büyük olduğu dönemde de pilitin bir kısmı kesilip atılarak yapılabilir. Ama küçük olduğu dönemde yapılanlar daha güzel dönüyorlar.

Sonra da düz bir zeminde böyle döndürülür(ler). 

Pinar ağacı çok sağlam olur. Bundan dolayı onun düzgün dallarını, kazma, çapa, nacak, kürek gibi aletlerin sapı için kullanıyoruz. Yani, bu ağaç "bir kazmaya sap olabilen" ağaçlardan birisi :) Kimse ona, "sen bir kazmaya bile sap olamazsın" diyemez. Pinar kerestesinin ahşap işlerinde kullanıldığını duymadım. Belki de sert yapılı ve işlenmesi zor olmasındandır. Ama odunu kıymetlidir, çünkü yüksek kalorili bir yakacaktır. 
Hangi çeşidi kullanılıyor bilmiyorum ama, mangal kömürü yapmakta kullanılır ve meşe odunundan yapılan mangal kömürü en çok tercih edilen mangal kömürüdür. 

Palamut ağacının dibinde bulduğum palamutlardan yola çıkarak yazacaklarım bunlar. Eksikler kalmış mıdır, mutlaka kalmıştır. Kalan, kalır. Zaten, amacım da bilimsel bir makale yazmak değil(di). Bu kadar yeter :)  

7 Ekim 2012 Pazar

Bağın Bekçileri Son Üzümler: Nefer, Neferiye, Neferge, Nifirge, Nifirne, Asker

Bağdaki üzümler toplandıktan, bağbozumu tamamlandıktan sonra, bağda üzüm biter mi? Bitmeez.. Bağın bekçileri, son üzümler vardır çünkü...


Bunlar; dalların uç kısmına yakın yerlerde (sonradan) oluşan sapı uzun ve az sayıda taneden oluşan küçük salkımlardır, daha doğrusu salkımcıklardır. Bu salkımcıktaki taneler genellikle ana salkımdaki tanelerden daha küçük olurlar. Kabukları nispeten daha incedir. Çekirdek sayısı normaldekinden daha fazladır. En son üzümler oldukları için de, yurdun değişik yerlerinde bu durumu ifade edecek isimlerle anılırlar, bilinirler. Asker, Nefer, Neferiye, Neferge, Nifirne, Nifirge olarak adlandırılırlar ve hepsi de aynı şeyi ifade eder.


Nefer, Neferge, Nifir v.b. gibi isimlerle anılan bu son üzümler her zaman küçük salkımlar şeklinde olmazlar, bazıları nerdeyse ana salkım büyüklüğündedirler.


Yukarıdaki ilk iki fotoğraf Shiraz/Syrah 'ların neferleri, onların altındaki son fotoğraf da bir Zinfandel neferi.

3 Ekim 2012 Çarşamba

Adakarası

Adakarası : Avşa Adası, Erdek ve Balıkesir yöresinde yetiştirilen bir üzümdür. Özellikle de Avşa adasıyla özdeşleşmiştir. Salkımları kanatlı, konik yapıdadır ve salkımdaki tanelerin dizilişi sıktır. Salkım iriliği ortadır. Olgunlaşma zamanı Eylül sonudur. Güzel kırmızı rengi olan, yumuşak ve hoş içimli bir şarap verir. Şarabında % 12 - 13 alkol olur. (Standart Üzüm Çeşitleri Kataloğu - Tarım ve Köyişleri Bakanlığı)





























Ben de, 2005 yılında deneme amaçlı olarak bağa aşıladığım şaraplık üzüm çeşitlerinin arasına Adakarasını da almıştım. Diğer çeşitlerin kimilerini beğenmediğimden, kimilerini de az miktardaki değişik üzüm çeşitleriyle uğraşmak zor olacağından, yeniden aşı yaparak şaraplık üzümleri iki çeşide indirdim. Adakaralarını ise yeniden aşılamak için kesmeye kıyamadım. Ama işin duygusal olan bu boyutunun yanında bir başka boyutu daha var;


Burası sıcak iklimli bir yer. Başka yerlere göre üzümler daha erken olgunlaşıyorlar. Bu durum sofralık üzüm için bir avantaj iken, şaraplık üzümde bir dezavantaja dönüşüyor. Olgunlaşma sürecinin uzunluğu tercih edilen, istenilen bir durum. İklimi değiştiremeyeceğimize göre, üzüm çeşidi seçimini iyi yapmalı. Erkenci olan bir çeşit burada yetiştirildiğinde, iklimden dolayı daha da erkenci duruma geleceğinden, bunun önüne geçmek için geç olgunlaşan üzümleri tercih etmek doğru olacaktır diye düşünüyorum. Bu durumda, olgunlaşma zamanı orta ya da orta-geç arası bir zamana çekilebilecektir. Olgunluğu geciktirmenin bir yolunun da, bağı sulamak olduğu söylenir ki, bu, benim tercih etmeyeceğim bir yoldur. Bizim bağda az miktarda mevcut olan ve hiç sulanmayan Adakarası üzümlerimiz (yıllara göre değişmekle birlikte) Eylül’ün 8-15 leri civarında bağbozumu olgunluğuna geliyorlar.  Adakarası’nın memleketi Avşa adasındaki hasat zamanının Eylül sonu olduğu düşünülürse, buradaki Eylül’ün ikinci haftası hiç de yabana atılacak bir zaman değildir.


Adakarası herkesin bildiği ve çok tercih edilen bir üzüm çeşidi değil. Ama hem yerli bir çeşit olması, hem de bu iklimde nispeten daha geç bir olgunlaşma zamanına sahip olması bakımından (kendi açımdan) üzerinde durulması gereken bir çeşit.


Bir de, bir itirafta bulunayım; Adakarası şarabının rengi açık oluyor, ben de buna epeyce bir takılıyordum. Çünkü, koyu renkli bir şarap istiyordum. Ama artık rengine o kadar da takılmıyorum, o eskidendi :) Her üzüm koyu renk şarap verecek diye bir şey yok.

30 Eylül 2012 Pazar

Bağbozumunun Ardından...

Tembellik denen şey acayip şekilde alışkanlık yapıyor. Bakınız bu Blog, kaç zamandır yazı yazılmamış. Bunu bir yerde kırmak lazım. Yazmak lazım...

Şöyle bir toparlayacak olursak; Bir yaz'ı geride bıraktık ve tabi bir bağbozumunu da. Bizim bağbozumu (sezonu) Temmuz'un ikinci haftasında başladı, Eylül'ün ilk haftasında bitti. Bu süre zarfında olgunlaşan sofralık üzümlerimiz peyder pey, salkım salkım kesildiler...


Her yıl olduğu gibi yine Trakya İlkeren üzümlerimizle başladık 2012 yılı hasadımıza. Bağda oldukça az miktarda olan bu üzümlerle yaptık başlangıcı.


Yine o aralarda, Trakya İlkerenle Cardinale arasında bir zamanda Yalova İncisi üzümleri olgunlaştılar. Bağda fazla olmayan Yalova İncisi ile devam ettik.


Ve, geldik ana üzümlerimizden ilkine. Cardinale üzümlerimiz olgunlaştılar, üzüm sezonu da böylelikle tam anlamıyla açılmış oldu.


Cardinale'den sonra Alphonse Lavalle üzümlerimize geldi sıra. Onların hasadı da bitince Bodrum'da yaz da nerdeyse bitiyor ve satışlar da düşüyor zaten...


Bağdaki az miktarda ve kendimiz için olan, hobi amaçlı şaraplık üzümlerim de Ağustos ayının ortalarında toplandılar ve şimdi şarap olmaktalar... Onlardan birisi Shiraz.


Her ikisi de aşağı yukarı aynı zamanda olgunlaşan şaraplık üzümlerimden diğeri de Zinfandel. Zinfandel Shiraz'a göre sadece birkaç gün kadar daha geç olgunlaşıyor.

Veee, yaz sezonu biter, bağbozumu biter, sonbahar gelir. Asmalar (omcalar) böyle boş kalakalırlar. Bu halleri  bana hüzünlü geliyor. Yapraklar önce sararmaya, sonra kurumaya başlar. Üzümleri varken aralarında gezmek güzeldi ve de kontrol etmek için gerekliydi, şimdi üzümleri yok diye yalnız bırakmak, onları ziyaret etmemek olur mu? Olmaz... Ben, yine onların arasındayım...

Herşeyin yolunda gittiği bir bağbozumu daha geride kaldı, şükürler olsun...

Şunun şurasında bir kaç ay var, sonra budama başlar, derken sonrası çabuk gelir. Yani, yeni üzümlere pek de fazla bir zaman kalmadı aslında :)

8 Eylül 2012 Cumartesi

Mehmet Kocadon Başkanım Tahliye Oldu, Bodrum'a Döndü ve Hasret Bitti...

Haziran Ayının başıydı, akşamüzeri bağın içinde Adakarası asmalarımın fazla yapraklarını ve salkımlarını seyreltiyordum. Salkımlar daha yeni oluşmuşlar ve taneler de daha saçma iriliğindeydiler. İşte o zaman almıştım Belediye Başkanımız Mehmet Kocadon'un Belediye'ye yönelik bir soruşturma kapsamında ifadesi alınmak üzere Adliyeye götürüldüğünü. Eve gelmiş ve Adliyeden çıkacak haberi takip etmeye başlamış, akşamın geç saatlerinde de maalesef tutukluluk haberini almıştım. Müthiş üzücü bir haberdi. Üzücüydü, çünkü onun öyle bir suç işleyeceğine hiç inanmamıştım. İnanmam da zaten. İnanamam... Çünkü, bakmayın öyle (biraz da resmi olarak) Belediye Başkanımız Mehmet Kocadon dediğime, 20 yıla yakın bir süredir tanıyorum onu...

Televizyonda tenis maçı izlerken, etraftan bana onun için geçmiş olsun dilekleri geldiğinde, interneti her açtığımda zaten aklımdaydı ama, bağın içine her gittiğimde, ki aşağı yukarı hergün ya da günaşırı giderim, "buradayken almıştım o kötü haberi" dedim hep. Zaman ilerledikçe taneler büyüdü, tanelere renk gelmeye başladı (buna, bağcılık dilinde "ben düşmesi" diyoruz), sonra salkımlar olgunlaştılar ve bir kaç gün önce de toplanıp işlendiler. İşte bütün bu süreçte Mehmet abi içerideydi ve zaman geçtikçe, üzümler karardıkça onun şafağı aydınlanıyordu... O şafak günü, ilk duruşma tarihi olan 6 Eylül'dü.


















Malulen emekli olmadan önce, çalıştığım dönemlerde bir müdürüm vardı. Müthiş gülerdi. Birgün akşam yemeğinde Restaurantta karşılaştık ve beraber yemek yedik. Demek ki bir cesaret gelmiş olmalı ki bana, "Müdür bey müthiş gülüyorsunuz, inşallah bu gülüşünüz hiç kaybolmaz" dedim. Bana, "teşekkür ederim, bazen arkadaşlarım da gece bile olsa arıyorlar, "bi gülsene" diyorlar" dedi. İşte aynı şey Mehmet abi için de geçerli. Onu her aradığımda, ya da onun beni her aradığında telefonu öyle yüksek bir enerjiyle ve çok güzel gülerek açar ki, bu da bana her zaman bir coşku, mutluluk ve güven vermiştir. Dilerim ki, -yukarıdaki fotoğrafta da görüldüğü gibi- ona çok yakışan bu gülüşü yüzünden hiç kaybolmasın ve enerjisi hiç eksilmesin...

İddianamenin hazırlanması, adli tatil derken, ilk duruşmanın tarihi de 6 Eylül olarak açıklanmıştı. Ne hikmetse, tesadüf!!! bu ya bütün bunlar da adli tatile denk!!! gelmişti. O arada, bilmem kaçıncı yargı paketiyle gelen düzenlemeler çerçevesinde tutuksuz (buna adli kontrol falan diyorlar) yargılanmak üzere tahliye edilmesini beklemiştik, ben çok umutluydum. Ama olmamıştı. Beklentiler boşa çıkmıştı. Kim nereye kaçacaksa sanki...

Nihayet ilk duruşma tarihi geldi. Bodrum'dan Muğla'ya giden Mehmet Başkanımı sevenlerin büyük desteğiyle başlayan ve iki gün süren mahkemenin sonunda, savcının tahliye talebi mahkemece kabul edildi ve 7 Eylül Cuma günü akşam saatlerinde büyük sevgi gösterileri arasında tahliye oldu ve büyük bir konvoy eşliğinde geldiği Bodrum'da, çok büyük bir coşkuyla karşılandı... Götürülürken başı dikti, daha da dik olarak geri döndü...















Ben kendimden de iyi biliyorum ki, insan geriye dönüp baktığında, şimdi bir daha olsa katlanamam, dayanamam diyeceği şeylere nasıl olup da katlandığına hayret ediyor. İnsanoğlu güzel günlere ulaşınca, geride kalan o günleri unutuyor, ki doğrusu da budur belki... Onun için gün bugün. Gün, Mehmet abinin tahliye olduğu gün. Gün, mutlu olma günü... Bu sebeptendir ki, mutluyum, mutlusun, mutlu, mutlular...

Yani, kısaca çok mutluyuz...
Başta ailesi olmak üzere, yakınlarına ve dostlarına, hepimize geçmiş olsun...

Ama yine de insan, bu "tutuksuz yargılama" kararını daha önceden vermek çok mu zordu demeden edemiyor. Bilmem, Ferhan Şensoy'un "Pardon" filmini izleyeniniz var mıdır? Tam bir kara mizah.

100 gün alacaklısınız,

Pardon...

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Bodrum-Kuşadası-Ortaklar-Söke-Bodrum Turu ve Ortaklar'da Sevilen Magnesia Şarap Üretim Tesisini Ziyaret

Amcam, Kuşadası’nda çalışan ve hafta sonu tatili için köye gelen kızını (kuzenimi) sabah erkenden yola çıkarak, mesai saatine yetişecek şekilde Kuşadası’na götürecekti. Bana, “eğer gelmek istersen beraber gidelim” dediğinde, ben de, “tamam” dedim. Sabah yolculuğu güzel olur. Ve o yol güzergahı benim için hatıralarla doludur, nostalji yüklüdür. Hem Söke Ziraat Teknik Lisesinde okurken, hem onun öncesinde, sonrasında ne çok geçtim o yoldan. Söke’de yatılı okulda öğrenciydim ve Cuma akşamlarından evci olarak amcama giderdim. Bazı hafta sonları da amcamla beraber köye giderdik. Yola genellikle Cumartesi sabahı erken saatlerde, sabah ezanı okunurken çıkardık. O yolun her bölümünde bir hatıra vardır, mesela bir yerden geçerken çok yağmur yağmıştır, bir başka noktasında mola vermişizdir, bir başka yerinde başka bişey olmuştur vs… Yani, arabadan inmesem bile o yollardan geçmek benim için güzeldir, değerlidir. Sıcağa kalmadan dönmeyi planlıyorduk. Sanırım arabadan inmem ama “yine de tekerlekli sandalyeyi alalım” dedim. İyi ki de demişim…

Kuşadası’na varıp yolcumuzu işyerine bıraktıktan sonra, amcam Söke’ye değil, Çamlık-Ortaklar yönüne hareket etti ve “Ortaklar üzerinden dönelim mi” dedi. Ben de, “tabi, olur” dedim. Hem de güzel olur. Kuşadası’ndan Çamlık’a giden yol gayet güzel ve Çamlık Kuşadası’na yakın bir köy. Hemen Çamlık’taki 7 Bilgeler Bağları ve Şaraphanesi geldi aklıma geldi. Zaten biraz gidince tabelayı da gördüm, az sonra da işaret edilen yere saptık. Kapıya geldiğimizde etrafta kimseyi göremediğimden ve biraz da randevusuz olduğumuzdan, geri döndük. Şimdilik, bu güzel tesisi, yerini, etrafını görmüş oldum. Umarım daha sonra planlı programlı bir şekilde gitme fırsatım olur… Planlı programlı gidilecek ve zaman ayrılacak Çamlık’taki bir diğer yer de Tren Müzesi.

Selçuk-Ortaklar yolundan Ortaklar’a yöneldik. Epeyce olmuştu buralardan geçmeyeli. Sonra Ortaklar’daki kavşağa geldik ve Söke yoluna saptık. Eski yolculuklarımda bu kavşakta kısa süreli bir mola verildiği olurdu, yolcu indirilir bindirilirdi, bazen aktarmalı yolculuklarımda burada otobüs beklerdim.

Sevilen Magnesia Şarap Üretim Tesisini Ziyaret

Kavşağı dönüp biraz ilerledikten sonra sarı zemin üzerindeki “Magnesia” tabelasını gördüm. İşte o anda kafamda bir şimşek çaktı. Sevilen Şarapları, üretim tesisini Aydın-Ortaklarda Magnesia antik kentinin hemen yanıbaşındaki yeni yerine taşımıştı. Taşınma sebeplerinden, yeni tesisin ne zaman hazır olacağından, tesis için yapılan güzel taş binadan, bu taşınmayla beraber fermentasyon tanklarının da yenilendiğinden, üretim teknolojisinin modernleştiğinden haberdardım. Yani, bu konuda yazılıp çizilenleri, çıkan haberleri takip ediyordum. Ve, bir ara –eğer mümkünse- orayı görmek, gezmek istiyordum. İşte şimdi çok yakınındaydım, gayriihtiyari bir şekilde Sevilen’in yoluna dönmüştüm bile, dönmüştüm ama, randevu yok, bişey yok, kim geldi, sarı çizmeli Mehmet ağa. Kim tanır beni.

Kapıda güvenlik şefine kendimi tanıtıp durumu izah ettim. O da içeriyi aradı, biraz ileride Gökhan (Güner) beyin olduğunu onunla görüşebileceğimi söyledi. Sonra Gökhan beyle tanıştık, arabadan inmeyi düşünmediğimden ve vaktini de almak istemediğimden biraz arabada oturduk ve sohbet ettik. Derken, arabadan inmiş, tekerlekli sandalyeye oturmuş, Gökhan beyle beraber tesisi gezerken buldum kendimi…

Gökhan bey, epeyce bir zamanını ayırdı ve bütün tesisi anlatarak gezdirdi. Bana dediği de, “ben geldiğimde sen de sizin oraları bana gezdirirsin” şeklindeydi. Ne zaman isterseniz Gökhan bey. Çok seve seve yaparım bunu…

Çok istediğim ve bugün için hiç hesapta olmadığı halde gerçekleşen bu Sevilen Magnesia tesisi gezisi, üstelik de Gökhan Güner beyin yakın ilgi alaka ve rehberliğiyle gerçekleşince benim için erken bir Bayram hediyesi oldu. Bunun için kendilerine bir kez daha teşekkür ediyorum…

7 Ağustos 2012 Salı

Blog Arkadaşlarımın Ziyareti

Arkadaşlarım Özgür ve eşi Hülya Aytekin İsviçre'den. Tatil için Bodrum'a geldiklerinde, İstanbul'dan onların yanına gelen arkadaşlarıyla beraber Garova'ya da geldiler. Zaten benim blogumla da internet üzerinden Bodrum'da tatilde kalabilecekleri bir yer ararken karşılaşmışlar. Daha sonra da takipçisi olmuşlar. Kışın bana yazmışlardı yazın Bodrum'a geldiklerinde uğramak istediklerini, ama o kadar mailin arrasından ben onu unutmuştum. Bunu kendilerine de söyledim  :) 

Özgür'ün çocukluğu Çal'da bağlar arasında geçmiş. Onun için de bağları seviyor. Bağlardan, ileride Ege'de bir yere yerleşmek istediklerinden epeyce çok sohbet ettik. Eşinin iki blogu var, Özgür, "ben de blog yazmak istiyorum" diyordu ama aslında onun da bir blogu var zaten :)  

30 Temmuz 2012 Pazartesi

2012 Yılı Alphonse Lavallee Üzümlerimiz

Zaman çok çabuk geçiyor. Budamasıydı, toprak işlemesiydi, bakımıydı derken, yaz geldi, önce Cardinal üzümlerimiz olgunlaştılar, şimdi de Alphonse Lavallee üzümlerimiz olgunlaştı. Aşağı yukarı geçen yıllarla aynı zamanda.

Alphonse Lavallee Üzümü : İri taneli orta mevsimde yetişen bir sofralık üzümdür. Tanenin rengi siyah-mor tonlardadır. Çekirdek sayısı 1 ile 4 arasında değişebilir. Tanelerin şekli yuvarlaktır ve ağırlıkları da 7-9 gramdır. Tanelerin kabuğu biraz kalın olmakla birlikte, bu kalınlık yeme esnasında rahatsız edici değildir. Salkımları konik bir yapı gösterir ve dolgundur. Literatür bilgisinde salkımları için "iri" (500-600 gram) denilmekle birlikte, bundan daha küçük salkımlara da, daha büyük salkımlara da rastlanır. Bizim bağda 2,1 kg gelen bir Alphonse Lavalle salkımı kesmiştik.

Sinonimi; Karatopalak, Enfes, Ribier'dir. Sinonim : (Yun : syn ile onyma : ad) Aynı kategoride kullanılan aynı taksonu (takson : sınıflandırmada, alttüre kadar bir hiyerarşi içinde düzenlenmiş tüm birimlerin ortak adıdır) ifade eden iki ya da daha fazla sayıdaki bilimsel isim. 

Alphonse Lavallee'in dikkat çeken bir özelliği de, yeni çeşitlerin elde edilmesinde melezlemede (çaprazlamada) çok sık kullanılmış olması. Mesela, çok güzel bir üzüm olan Cardinal üzümü 1939 yılında Kaliforniya'da Flame Tokay ve Alphonse Lavallee üzümlerinin melezlenmesinden elde edilmiş. Son yıllarda oldukça kabul görmüş olan Trakya İlkeren de Alphonse Lavalle ve Perlette melezi bir çeşit. Michele Palieri de Alphonse Lavallee ve Red Malaga üzümlerinin melezlenmesinden İtalya'da elde edilmiş. Sadece bunlar değil, başkaları da var. Ama bu kadar örnek ne demek istediğimi anlatmaya yeter sanırım. 

Yaygın olarak ilk başlarda Marmara Bölgesinde yetiştirilmiş olmakla birlikte daha sonra, Ege ve İç Anadolu Bölgesi başta olmak üzere diğer bölgelere de yayılmıştır. Koyu siyah-mor renkte, iri taneli gösterişli bir üzümdür. Yola dayanıklıdır ve pazar değeri yüksek olan bir çeşittir. Kısa budanır, kordon terbiye sistemiyle iyi sonuç verir.

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Cardinal Üzümü Zamanı

Cardinal üzümü aynanın karşısına geçmiş, "ayna ayna söyle bana benden daha güzeli, pardon tatlısı var mı" demiş. Desem de, inanmayın. Ama deseydi de şaşırmazdım. Hatta, onun yerinde ben olsam, derdim. Çünkü yiyenler de bilir ki, bu üzüm müthiş bişey... 

Acaba bu üzümü Türkiye'ye ilk olarak kim getirdi. Bunu bilmiyorum ama, yaklaşık 30 yıl önce ilk parsel bağımız kurulduğunda, iyi ki, bu kadar güzel olduğunu bilmeden de olsa bu üzümü de aşılamışız.

Cardinal üzümü E.Synder ve F.Harmon tarafından 1939 yılında Kaliforniya'da Flame Tokay ve Alfonse Lavallee üzümlerinin melezlenmesi sonucu ıslah edilmiş bir çeşit. Ülkemizde Ege, Marmara ve Akdeniz Bölgelerinde yetiştiriciliği yapılmaktadır. Erkenci bir çeşittir.


Bu fotoğraflar da bu yılın Cardinal üzümlerimizden. Bu yıl da aşağı yukarı geçen yılla aynı zamanda Temmuz'un ikinci haftasında olgunlaştılar.

Cardinal üzümünün tanelerinin rengi kırmızı-mor olarak tanımlansa da benim gördüğüm daha çok kırmızı ve kırmızının tonları şeklinde. İyice olgunlaştığında ise, yukarıdaki fotoğrafta da görüldüğü gibi, siyaha yakın koyu kırmızı bir renk alıyor.