31 Ekim 2008 Cuma

Köremen, Kazyak ve Deve Tabanı

Bir kaç gün oldu bu fotoğrafları çekeli. Otlu bişeyler hazırlanacaktı, kaşla göz arasında bahçeye gidilip bunlar bulunup geldi. Bahçe dediğim de öyle uzak değil, iki adımlık yer. Bağın içi, kenarı falan. Hazırlanacak ot yemeğinin içine çeşit olarak bunlardan da azar azar konulacakmış. Ben de fotoğraflarını çekmek için bu fırsatı kaçırmadım tabi:)

.
Köremen : Yukarıda sadece yaprakları var, gövdesi ve yumrusu sarımsağa benzeyen bir bitki. Doğal olarak yetiştiğinden, gelecek yıl aynı yerde tekrar yetişebilmesi için yumruları sökülmeyip arazide bırakılmış. Tadı da sarımsağı andırıyor.
.
.
Kazyak : Bizim burada Gazyak denir aslında:) Biraz maydanozu andırıyor değil mi? Özellikle otlu sac böreğine çok güzel bir tat katar. Ot yemeklerinin içine de konulur.
.
.
Deve Tabanı : Bu otu daha önce duymamıştım. Ama görüntüsü gayet hoş. En kısa zamanda tadına da bakacağım. Kavrulup yemeği yapılarak ve haşlanarak yeniliyormuş. Bunun yanı sıra diğer ot yemeklerinin içine çeşit olarak da kullanılır(mış).
.
.
Yukarıdaki fotoğrafta da her üç ot birden toplu halde poz vermiş durumdalar :) Ege'ye özgü ve çok doğal...
.
.

29 Ekim 2008 Çarşamba

Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun



Cumhuriyetimizin kıymetini çok iyi bilelim.
Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun.
.
Blog(lar) Bir Daha Kapanmasın
Dün gece internete girdikten sonra gayri ihtiyari blogumu açtığımda erişim engellemesinin kalktığını gördüm ve bu çok güzel bir sürpriz oldu. Geçen Cuma günü akşam üzeri erişimin engellendiğini görmek de büyük bir şok olmuştu. Kapalı olduğu günlerde, hem blog yazmaya hem de okumaya ne çok alıştığımı farkettim... Blog(lar) bir daha kapanmasın. Suç unsuru içerenler olursa da, kurunun yanında yaşlar yanmasın...
.

21 Ekim 2008 Salı

Dilme (Çizik) Zeytin



Bizim buralarda zeytinlerin çoğu yağlık zeytindir. Bunda zeytin ağaçlarının yaşlı ağaç olmalarının da etkisi var. Yani şunu demek istiyorum; zeytinlikler yeni ve düzenli tesis edilmiş değiller. Ağaçlar çok büyükler, neredeyse ulu ağaç niteliği kazanmışlar. Eskiden bize kalan ağaçlar çoğu. Hal böyleyken, zeytin çeşidi konusunda bir planlama da yapıl(a)mamış tabi. Bunu böyle söylüyorum ama, düzenli ve çeşit konusunda bilinçli davranılarak tesis edilmiş zeytinlikler de var ve yenileri de tesis edilmeye devam ediyorlar.

Hemen hemen bütün evler (yani aileler) kendi ihtiyaçları kadar yemeklik zeytin yaparlar. Yemeklik zeytinler de çoğunlukla "dilme zeytin" olarak yapılır. Buna bazı yerlerde "çizik zeytin" diyorsa da bizim burada dilme zeytin deniliyor.



Henüz dalında duran bu zeytinlerin içinden yeteri derecede olgunlaşanlar toplanıyorlar.



Toplanan zeytinler diliniyorlar (çiziliyorlar). Adı da buradan geliyor zaten. İki ya da üç çizik yeter. Ben, "bu zeytinler fazla kararmamış mı, biraz daha yeşil olsalar daha iyi olmaz mı" demiştim. Bana dediler ki, "evet, yeşillerden de olur ama bunların da olgunluğu iyi, hem bunlar suyun içinde durunca rengi açılır." Ama ben yine de yeşil renkli zeytinlerden yapılması ve çiziğin de 1 veya 2 tane atılmasından yanayım. Böyle olunca zeytinler yeme olgunluğuna geldiklerinde ve sonrasında daha diri oluyorlar ve öyle kalabiliyorlar.



Hakikaten de suyun içinde biraz bekleyince rengi açılmış, yeşile dönmüş :) Normal suyun içine konulan bu zeytinin 3 defa suyu değiştirilir. Bu sayı biraz daha artabilir. Yani, zeytindeki acılık suya geçip, zeytinler tatlanıncaya kadar zaman zaman suyu değiştirilerek, suyun içinde bekletilirler. Ara ara kontrol edilerek tatlanıp tatlanmadığına bakılır. (Tatlanan zeytin, sudan çıkarılıp yenilebilecek, o haliyle de tüketilebilecek durumdadır. Yağlanmadan o şekilde de tüketilebilir.)

Daha sonra tuzlu su yapılır ve tuzunu alması için, bir hafta - 10 gün kadar tuzlu suda bekletilir. Tuz, diri salamura tuzu olmalıdır. Sonra sepete konulup tuzlu suyu süzdürülür. 4-5 saat kadar sepette kalsa ve suyu iyice süzülse iyi olur. Sonra da zeytinler tekrar kaba doldurulur ve doldurulurken de aralara dilimlenmiş limon atılır. En son olarak da kabın ağzına kadar gelecek şekilde (yani açıkta zeytin kalmayacak, zeytinler yağla kaplanacak) yağla doldurulur.



Veee sonuç bu :) Yanında köy ekmeği de var.

20 Ekim 2008 Pazartesi

Çimenler ve Çiçekler


.
İlk yağmurlar yağar yağmaz çimenler ve çiçekler hemen çıkıverdiler. Geçen gün baktığımda daha yeni çıkıyorlardı, şimdi epeyce büyümüşler.


.
Mustafa, "amca ben sana biraz çiçek toplayayım" dedi.
.

.
Öğleyi biraz geçiyordu bu fotoğrafları çektiğimde. Bu otlar, duvarın kuzey tarafındalar ve üzerlerindeki "çiğ" ler halen duruyor.


.
İlk yağmur yağdıktan hemen sonra çıkıveren çiçeklerden birisi de bu çiğdemler. (Fotoğrafı pek iyi çekemedim ama, neyse artık..)
.
.

18 Ekim 2008 Cumartesi

Trabzon Hurması Mı, Cennet Elması Mı?



İşte adı konusunda kargaşa yaşanan meyvelerden birisi de bu. Trabzon Hurması mı, Cennet Elması mı? Hatta başka isimler bile söyleniyor. Anlaşılsın diye mecburen biz de iki ismini birden söylüyoruz. Adının ne olduğu bir yana, tadı çok güzel.



Bu da bizim bir kaç tane Trabzon Hurması ağacımızdan birisi. Diğerleri bundan daha küçükler. Bu ağaç 4,5 - 6 metre kadar boylanabiliyormuş. Ben bir tane görmüştüm, sanırım 6 metreden de büyüktü. Kışın yapraklarını döken bir ağaç. İlk olarak Trabzon, Artvin civarında yetiştirilmiş ülkemizde. Şimdi de en çok Trabzon civarı olmak üzere, Kuzey Anadolu'da, sonra Hatay civarında ve Antalya dolaylarında yetiştirillmekle birlikte, ülkemizin hemen hemen her yerinde yetişebilmektedir. Hem Trabzon'da, hem de Bodrum'da yetişiyor. Daha ötesi var mı bunun:)





.
Trabzon Hurması, benim sevdiğim meyvelerden birisi. Bir çok faydası olduğu da söyleniyor, yazılıyor. Zayıflığın giderilmesi, kansızlık, vitamin eksikliği ve mide-bağırsak hastalıklarına iyi gelmesinden başlayarak, antioksidan olduğuna kadar epeyce daha faydası sayılabilir(miş). Hemen hemen meyve ve sebzelerin hepsi için söyleniyor artık bunlar. Ben tadına bakıyorum, tadına... Tadı güzel mi, güzel. Daha ne olsun :)
.
.
Bu kadar da çok verimli bir meyve. Dal, meyveleri taşımakta zorlanıyor.
.
.
Yapraklarının hepsi dökülüp, hiç yaprak kalmadığında, dallarının ucundaki kırmızı meyveleriyle ilginç bir görüntü oluşturuyor. Sanki bir resim yapılmış ve dalların ucuna birer meyve kondurulmuş gibi. Sanki ağaç kurumuş da, meyveler de öylece asılı kalmış gibi...
.
Trabzon Hurması vitamin zengini
Birçok vitamin türünü içeren Trabzon hurmasının sağlık açısından önemli bir meyve olduğu belirtildi.
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Asım Kadıoğlu, Trabzon hurmasının (Diospyros Kaki) dünyada iyi bilinen, üzerinde çok araştırma yapılan bir bitki türü olduğunu belirtti. Trabzon hurmasının meyvelerinin olgunlaşmadan yenil(e)memesi, olgunlaştığında ise yumuşaması ve muhafaza ömrünün azalmasının tüketim ve pazarlanmasındaki en önemli sorunlar olduğunu ifade eden Kadıoğlu, “Trabzon hurması olarak bilinen bu meyve türünün üretimi özellikle İsrail’de çok yaygınlaşmıştır. Bu meyve, birçok vitamin türünü içermesi nedeniyle sağlık açısından önemli bir bitkidir” dedi.
Trabzon hurmasının özellikle A vitamini ve karbonhidratlarca zengin olduğuna dikkati çeken Kadıoğlu, şöyle devam etti: “Bu meyvenin 100 gramında 14-20 gram arasında vitamin bulunmaktadır. Yine 100 gramda 0.7 gram protein ve 0.4 gram yağ da içermektedir. 100 gramda 20-25 miligram arasında C vitamini ile riboflavin, niasin ve tiamin gibi bazı B vitamini çeşitleri de bulunmaktadır. Ayrıca mineral madde içeriği bakımından zengin olduğu, özellikle potasyum, kalsiyum ve fosforu en yüksek oranlarda ihtiva ettiği yapılan araştırmalarda ortaya konulmuştur.”
Kadıoğlu, Trabzon hurmasının birçok hastalığa da faydalı olduğunu vurgulayarak, şunları söyledi:
“Yapılan tıbbi araştırmalarda özellikle kalp-damar, sindirim sistemi hastalıklarına iyi geldiği, bağışıklık sistemini kuvvetlendirdiği, sindirim sistemi hastalıklarının tedavisinde kullanılabileceği belirlenmiştir. Ayrıca zayıflama, 100 gramda 0.3 miligram demir ihtiva etmesi nedeniyle kansızlığın, A, B, C vitaminlerini ihtiva ettiğinden dolayı da vitamin eksikliğinin tedavisinde kullanılabilmektedir. Son yıllarda yapılan araştırmalarda,kolesterolü ve yüksek tansiyonu düşürücü özelliğinin olduğu da tespit edilmiştir.” Kaynak : ntvmsnbc

13 Ekim 2008 Pazartesi

Bakarsan Bağ...



Çok klasik bir laftır; "bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur". Hemen hemen herkes bilir, söyler. Hani, çok klasiktir, ben başka bir söz kullanayım yerine desen, ııhh... Yerini de başka söz tutmaz. Asmalar bize üzüm verdiler, onlar bize baktılar, şimdi sıra bizde. Bağın içine hayvan gübresi taşınıyor...



Ve bağa dağıtılıyor. Kumlu olan ve organik madde miktarı düşük olan bu topraklara hayvan gübresi verilerek, toprağın yapısındaki organik madde miktarı artırılıyor.



Sonbaharda bağda böyle renkler oluşmaya başlıyor. Kışa yaklaştıkça ve yapraklar kurumaya yüz tuttukça daha başka renkler de oluşacaklar.



Bu yıl Mart ayında, bir kaç tane asmayı (5 yaşındaydılar) keserek anacının üzerine başka bir üzüm (Trakya İlkeren) aşılamıştık. Onlar filizlendiler, büyüdüler ve tele yatırılarak kordon terbiye sistemi verildiler. Üzerinde de iki salkım üzüm olmuş. Aslında bu salkımları koparıp atmakta fayda var. Ama bunlar kalmış. Böyle sonradan olan üzümlere "neferiye" diyoruz. Bu, neferiyeden de öte, zamansız olmuş bir üzüm. Sebebi de bu yıl aşılanmış olması. Gelecek yıl normal zamanında üzüm yapacak.
.

.
.
.

12 Ekim 2008 Pazar

Pekmez Toprağı

Daha önce pekmez yaptığımızı ve nasıl yaptığımızı yazmıştım. Orada pekmez toprağından da bahsetmiştim. O zaman kullandığımız pekmez toprağı daha önceki yıllardan kalan topraktı. Geçen gün, bizden pekmez toprağı isteyen bir arkadaşımız için toprak almaya gittik.


Erdal toprak alıyor.

Pekmez Toprağı : %50-90 oranında kireç içeren ve marn özelliği gösteren, beyaz renkli killi-kireçli bir toprak türüdür. Kaynayan pekmezin içerisine konulduğunda, askıdaki çeşitli maddeleri kazanın dibine çöktürerek, pekmezin daha duru ve berrak olmasını sağlar. Bunun yanısıra, kireçli olması dolayısıyla, şıranın ekşiliğinin azalması yönünde de etkilidir. Bu toprağa, "ak toprak" da denir.



Karaova'dan Bodrum'a giden yol, daha doğrusu yollardan biri:) Etrim'in üstü. Toprağı yolun sol tarafındaki kısımdan aldık.



Toprak aldığımız yerden Etrim mahallesi ve arkada Karaova.
.
.

10 Ekim 2008 Cuma

Öğleye Doğruydu, Traş Oluyordum, Kapı Çaldı...

Perde 1 :

Cumhur Güntaş geldi. Cumhur abi, -daha çok Cumbullu lakabıyla bilinir kendisi:)- Yalıçiftlik'te restaurant işletir ve emlakçılık yapar. Daha önce benim şarabımdan içmiş ve beğenmişti. Bugün de, "İstanbul'dan arkadaşlarım gelecek, onlara da tattırmak istiyorum" dedi. Onun için gelmiş...
.


Perde 2 :

Akşam üzeri güneşin batmasına yakın, bir araba sesi duydum dışarıda. Sonra da Cumbullu'nun sesini duydum. Şarabı beğenmişler ve üstüne bir de beni ziyaret etmek istemişler :) Kimler mi? Cumbullu ve İstanbul'dan misafirleri, Etiler'deki Hünkar Lokantasının sahibi Talip Ügümü, Talip beyin oğlu Faruk Ügümü (nam-ı diğer Kral Faruk), Fransa Rhone'da ve Bodrum Güvercinlik'te yaşayan Ertan Perhizoğlu, komşu köyümüz Kurudere'den Hakan Yabacı.

Misafirlerle otururken Erdal geldi Bodrum'dan. O da oturdu ve biraz daha sohbet ettik ve sonra da onları uğurladık...

Akşam Erdal'la sohbet ediyorduk;
- "Abi bugün Bodrum'da, bir abimiz senin blog'unu çok severek okuduğunu, ama dün bişey yazmadığını söyledi" dedi.
- "Kim?" dedim,
- "Tahmin et, ama bilemezsin" dedi.
- "Söyle o zaman" dedim,
- "Fehmi abi" dedi. Fehmi Bahar'mış. Blog'a bu yakın alaka için teşekkürler Fehmi abi. Hakikaten aklıma gelmezdi sen olacağın. Uyarını da aldım, yazıları aksatmamaya çalışacağım. Teşekkürler, Selamlar...
.
.

9 Ekim 2008 Perşembe

Arada Kalmış Bir Kaç Fotoğraf



Bu fotoğraf, sap ayırma makinasından geçirilen üzümlerin (şiraz üzümü) henüz fermentasyona başlamadan önceki hali. Rengi çok hoş olduğu için çekmiştim bu fotoğrafı.
Fermentasyon başladıktan sonra bu renk daha da koyulaşacak.



Bu fotoğraf da yerel üzüm çeşitlerimizden birisi olan Sıksarı üzümünün fotoğrafı. Bu üzüm çardak yapılmış asmalarda ya da ağaçlarrın dallarına sarılarak, ağaçların tepesine çıkmış asamalarda yetişir. Sıksarının yukarıdaki gibi pembe olanı ve bir de buna göre nispeten daha yeşil olanı vardır. Geç olgunlaşan bir üzümdür. Ağustos sonuna doğru olgunlaşmaya başlar.



Bir güz karpuzu (Eylül'ün 23'ünde). Bu karpuz da sabah saatlerinde, dalından koparıldıktan hemen sonra kesilmişti. Gecenin ayazının soğukluğu henüz üzerinden gitmemişti ve çok tazeydi. Fotoğraf çekmeyi seviyorum ya, bunun da fotoğrafını çekiverdim hemen. Bu fotoğraf da hoşuma gitti ve ona da buraya gelmek nasip oldu :)

Arada Bir Hatırlatma : Blogdaki fotoğrafların üzerine tıklayarak büyük olarak görebilirsiniz. Hatta, öyle bakmanız tavsiye olunur :)
.

.

6 Ekim 2008 Pazartesi

Amanııın! Piyasalarda Neler Oluyor

Dünyada müthiş bir finansal kriz yaşanıyor. Ben de nefesimi tutmuş bunu izliyorum. İzlerken de bazı küçük notlar alıyorum;
.
*) Türkiye bu krizden nispeten az etkilenecekse, bunda Türk finans piyasasında türev enstrümanların yurtdışındaki kadar (gelişmekte olan bir piyasa olmamız dolayısıyla) henüz kullanılmamış olmasının da büyük etkisi var.

*) Bunun yanısıra 2001 krizinde bankacılık sektöründe ciddi düzenlemeler yapılmış olması, çürük elmaların ayıklanması, banka sayısının düşmesi gibi faktörlerin etkisi var.

*) Krizin Avrupa'ya sıçraması (ki zaten sıçradı) ve ciddileşmesi, bizim Avrupa'ya ihracatımızı etkiler.

*) Bankalarımızın % 44 'ü yabancıların kontrolünde ve yabancı bankaların da para sıkışıklığı var. Bu sebeple Türkiye'deki bankalarından yurtdışına fon akışı beklenebilir. Bu da yeni kredi verilmesinde sıkıntı yaratacağı gibi, verilmiş kredilerin de geri çağırılması gibi sorunlar doğurabilir.

*) Yurtdışına (muhtemel) fon akışında transferler döviz olarak yapılacağı için, dövize talep olacak ve bu da dövizin fiyatını yükseltecektir.

*) Dövizin yükselmesi enflasyona oldukça kötü etki yapacaktır. Çünkü gördük ki, ne elektriğe gelen zam, ne akaryakıta gelen zam, ne de başka birşey enflasyonu yüksek döviz kadar etkilemiyor.

*) Bakan Unakıtan bir konuşmasında, "dışarıdan yatırım geldiği sürece, özelleştirmeler yapıldığı sürece, cari açığın problem olmadığını" söyledi. Bu cümleyi tersten okur ve Unakıtan'ın (sözümona) esprili üslubuyla söyleyecek olursak, şöyle de diyebiliriz; "özelleştirme yapamazsak ayvayı yedik demektir". Ki o günler de gelmiştir.

1) Özelleştirmedeki muhtemel alıcıların hepsinin kendilerinin zor durumda olduğu ve risk alma iştahının yerlerde süründüğü bir zamanda özelleştirme işi, (yine Unakıtan'ın tarzında konuşacak olursak) "yaş". Bu da cari açığı tehlikeli kılar.

2) Dövizin artması ithalatı kısacağı için, bu durum cari açığa olumlu etki yapabilir.

*) Yukarıdaki 1 ve 2 faktörlerinin hangisinin etkisinin daha fazla olacağını da bekleyip göreceğiz.

*) Yabancı sahipli bankalardaki mevduatın güvencesi hakkındaki söylentiler sonrası, bu bankalardan mevduat kaçısı olabilir. Bu başladı mı, önüne geçmek de zor olur.
Bu noktada, Milli sermayeli büyük bir bankamızdan aldığım, "bazı bankalardan çıkan 20 milyon YTL para bize geldi" şeklindeki bir duyumun oldukça manidar olduğunu düşünüyorum.
.
.

5 Ekim 2008 Pazar

Vino Büyüyor (Vino'nun Halleri)



Vino epeyce büyüdü. İlk geldiğinden itibaren çok fazla ilgi gördüğünden, gelen herkes onu çok sevdiğinden, şimdi de misafir geldiğinde onların peşinden ayrılmıyor.



Yaramazlık deseniz had safhada :)



Artık havlamaya da başladı. Büyüdü de adam oldu biraz:) Özellikle de geceleri avluda onun havlama seslerini duymak çok güzel...



Güneşte biraz kestiriyor. Onu böyle uyurken ya da sakin sakin yatarken görmek zor aslında. Durmadan koşmakla, bişeyleri tartaklamakla, oynamakla meşgul.
.
.

3 Ekim 2008 Cuma

Gızlaç Cavırharmanından Bodurum



Bugün Orman mühendisi arkadaşım Mustafa Karaöz'le Msn'de konuşuyorduk. Kendisi Kızılağaç'lıdır. Kızılağaç'la Bodrum arasında da bir dağ vardır. O dağdan Bodrum'un fotoğrafını çekmiş onu gönderdi bana. Fotoğraf çektiği yerin adı "Cavırharmanı". Fotoğrafın adı da "Gızlaç Cavırharmanından Bodurum." Efendiimm, bunun çevirisini yapıyorum :) "Kızılağaç Gavurharmanından Bodrum"
Fotoğraf için teşekkürler Mustafa şefim :)

Bakın Akçakoca'da Ne Olmuş :)

Bugün halamın kızı Engin'le konuştum telefonda. Engin ve eşi Önder Ankara'da yaşıyorlar. Ve tabi ufaklıklar Ogan ve Ali de var. Aslında bayramın ikinci günü aramıştım ama konuşamamıştım. O gün Akçakoca'ya gezmeye gitmişler. İlke ve Ege (Engin'in ablası Belgin'in çocukları) de onlarla beraberlermiş. Çocuklar deniz kenarından epeyce deniz taşı toplamışlar. Sonra da demişler ki, "biz bunları eve götüreceğiz". Önder de, "bu kadar taşı götürmem" demiş. Çocuklar mırın kırın etmişler doğal olarak. Hatta daha da ileri gitmişler, "taşlar gelmezse biz de gelmeyiz" demişler. Önder de bu duruma çok güzel bir çözüm bulmuş. Demiş ki; "buralarda (sahilde) bir sürü çöp var, çöp toplarsanız ben de bu taşları götürürüm" demiş. Çocuklar da kabul etmişler. Ve bir sürü, poşetler dolusu çöp toplamışlar. İşin garip tarafı ne biliyor musunuz, onlar çöp toplarken, oradaki insanlar onlara sanki uzaylıymış gibi garip garip bakıyorlarmış. Sizce burada bir gariplik var mı, varsa nerede ve kimde?

Böyle güzel bir çözüm bulduğu için Önder'i, bu çözümü kabul ettikleri ve gönülden, seve seve uyguladıkları için çocukları kutluyor ve alkışlıyorum...
.
.