30 Eylül 2012 Pazar

Bağbozumunun Ardından...

Tembellik denen şey acayip şekilde alışkanlık yapıyor. Bakınız bu Blog, kaç zamandır yazı yazılmamış. Bunu bir yerde kırmak lazım. Yazmak lazım...

Şöyle bir toparlayacak olursak; Bir yaz'ı geride bıraktık ve tabi bir bağbozumunu da. Bizim bağbozumu (sezonu) Temmuz'un ikinci haftasında başladı, Eylül'ün ilk haftasında bitti. Bu süre zarfında olgunlaşan sofralık üzümlerimiz peyder pey, salkım salkım kesildiler...


Her yıl olduğu gibi yine Trakya İlkeren üzümlerimizle başladık 2012 yılı hasadımıza. Bağda oldukça az miktarda olan bu üzümlerle yaptık başlangıcı.


Yine o aralarda, Trakya İlkerenle Cardinale arasında bir zamanda Yalova İncisi üzümleri olgunlaştılar. Bağda fazla olmayan Yalova İncisi ile devam ettik.


Ve, geldik ana üzümlerimizden ilkine. Cardinale üzümlerimiz olgunlaştılar, üzüm sezonu da böylelikle tam anlamıyla açılmış oldu.


Cardinale'den sonra Alphonse Lavalle üzümlerimize geldi sıra. Onların hasadı da bitince Bodrum'da yaz da nerdeyse bitiyor ve satışlar da düşüyor zaten...


Bağdaki az miktarda ve kendimiz için olan, hobi amaçlı şaraplık üzümlerim de Ağustos ayının ortalarında toplandılar ve şimdi şarap olmaktalar... Onlardan birisi Shiraz.


Her ikisi de aşağı yukarı aynı zamanda olgunlaşan şaraplık üzümlerimden diğeri de Zinfandel. Zinfandel Shiraz'a göre sadece birkaç gün kadar daha geç olgunlaşıyor.

Veee, yaz sezonu biter, bağbozumu biter, sonbahar gelir. Asmalar (omcalar) böyle boş kalakalırlar. Bu halleri  bana hüzünlü geliyor. Yapraklar önce sararmaya, sonra kurumaya başlar. Üzümleri varken aralarında gezmek güzeldi ve de kontrol etmek için gerekliydi, şimdi üzümleri yok diye yalnız bırakmak, onları ziyaret etmemek olur mu? Olmaz... Ben, yine onların arasındayım...

Herşeyin yolunda gittiği bir bağbozumu daha geride kaldı, şükürler olsun...

Şunun şurasında bir kaç ay var, sonra budama başlar, derken sonrası çabuk gelir. Yani, yeni üzümlere pek de fazla bir zaman kalmadı aslında :)

8 Eylül 2012 Cumartesi

Mehmet Kocadon Başkanım Tahliye Oldu, Bodrum'a Döndü ve Hasret Bitti...

Haziran Ayının başıydı, akşamüzeri bağın içinde Adakarası asmalarımın fazla yapraklarını ve salkımlarını seyreltiyordum. Salkımlar daha yeni oluşmuşlar ve taneler de daha saçma iriliğindeydiler. İşte o zaman almıştım Belediye Başkanımız Mehmet Kocadon'un Belediye'ye yönelik bir soruşturma kapsamında ifadesi alınmak üzere Adliyeye götürüldüğünü. Eve gelmiş ve Adliyeden çıkacak haberi takip etmeye başlamış, akşamın geç saatlerinde de maalesef tutukluluk haberini almıştım. Müthiş üzücü bir haberdi. Üzücüydü, çünkü onun öyle bir suç işleyeceğine hiç inanmamıştım. İnanmam da zaten. İnanamam... Çünkü, bakmayın öyle (biraz da resmi olarak) Belediye Başkanımız Mehmet Kocadon dediğime, 20 yıla yakın bir süredir tanıyorum onu...

Televizyonda tenis maçı izlerken, etraftan bana onun için geçmiş olsun dilekleri geldiğinde, interneti her açtığımda zaten aklımdaydı ama, bağın içine her gittiğimde, ki aşağı yukarı hergün ya da günaşırı giderim, "buradayken almıştım o kötü haberi" dedim hep. Zaman ilerledikçe taneler büyüdü, tanelere renk gelmeye başladı (buna, bağcılık dilinde "ben düşmesi" diyoruz), sonra salkımlar olgunlaştılar ve bir kaç gün önce de toplanıp işlendiler. İşte bütün bu süreçte Mehmet abi içerideydi ve zaman geçtikçe, üzümler karardıkça onun şafağı aydınlanıyordu... O şafak günü, ilk duruşma tarihi olan 6 Eylül'dü.


















Malulen emekli olmadan önce, çalıştığım dönemlerde bir müdürüm vardı. Müthiş gülerdi. Birgün akşam yemeğinde Restaurantta karşılaştık ve beraber yemek yedik. Demek ki bir cesaret gelmiş olmalı ki bana, "Müdür bey müthiş gülüyorsunuz, inşallah bu gülüşünüz hiç kaybolmaz" dedim. Bana, "teşekkür ederim, bazen arkadaşlarım da gece bile olsa arıyorlar, "bi gülsene" diyorlar" dedi. İşte aynı şey Mehmet abi için de geçerli. Onu her aradığımda, ya da onun beni her aradığında telefonu öyle yüksek bir enerjiyle ve çok güzel gülerek açar ki, bu da bana her zaman bir coşku, mutluluk ve güven vermiştir. Dilerim ki, -yukarıdaki fotoğrafta da görüldüğü gibi- ona çok yakışan bu gülüşü yüzünden hiç kaybolmasın ve enerjisi hiç eksilmesin...

İddianamenin hazırlanması, adli tatil derken, ilk duruşmanın tarihi de 6 Eylül olarak açıklanmıştı. Ne hikmetse, tesadüf!!! bu ya bütün bunlar da adli tatile denk!!! gelmişti. O arada, bilmem kaçıncı yargı paketiyle gelen düzenlemeler çerçevesinde tutuksuz (buna adli kontrol falan diyorlar) yargılanmak üzere tahliye edilmesini beklemiştik, ben çok umutluydum. Ama olmamıştı. Beklentiler boşa çıkmıştı. Kim nereye kaçacaksa sanki...

Nihayet ilk duruşma tarihi geldi. Bodrum'dan Muğla'ya giden Mehmet Başkanımı sevenlerin büyük desteğiyle başlayan ve iki gün süren mahkemenin sonunda, savcının tahliye talebi mahkemece kabul edildi ve 7 Eylül Cuma günü akşam saatlerinde büyük sevgi gösterileri arasında tahliye oldu ve büyük bir konvoy eşliğinde geldiği Bodrum'da, çok büyük bir coşkuyla karşılandı... Götürülürken başı dikti, daha da dik olarak geri döndü...















Ben kendimden de iyi biliyorum ki, insan geriye dönüp baktığında, şimdi bir daha olsa katlanamam, dayanamam diyeceği şeylere nasıl olup da katlandığına hayret ediyor. İnsanoğlu güzel günlere ulaşınca, geride kalan o günleri unutuyor, ki doğrusu da budur belki... Onun için gün bugün. Gün, Mehmet abinin tahliye olduğu gün. Gün, mutlu olma günü... Bu sebeptendir ki, mutluyum, mutlusun, mutlu, mutlular...

Yani, kısaca çok mutluyuz...
Başta ailesi olmak üzere, yakınlarına ve dostlarına, hepimize geçmiş olsun...

Ama yine de insan, bu "tutuksuz yargılama" kararını daha önceden vermek çok mu zordu demeden edemiyor. Bilmem, Ferhan Şensoy'un "Pardon" filmini izleyeniniz var mıdır? Tam bir kara mizah.

100 gün alacaklısınız,

Pardon...