29 Mayıs 2010 Cumartesi

Hep Bağ, Hep Bağ, Biraz Da Tahıl Hasadı

Hep bağ, hep bağ yazacak değiliz ya, burası köy ve köyde başka işler de oluyor. Hangi köy olursa olsun, küçük ya da büyük bütün işletmelerde, istisnalar hariç, tahıl üretimi olmazsa olmaz. Biz biraz buğday, biraz yulaf, biraz da arpa üretimi mutlaka yaparız. Eskiden daha çok olurdu bunların üretimi. Şimdi çoğu kişi üretimini iyice azaltmış durumda, kimileri de hiç ekmiyor. Bizim de biriaz buğday, biraz yulaf vardı. Bu da yulaf hasadının resmidir :)



Eskiden, çok eskiden, yok yok o kadar da eski değil aslında, orakla biçilirdi tahıllar. Sonra harmanları kaldırılırdı. Sonra ekin biçme makinaları çıktı sahneye, harman patozlarla yapıldı. Şimdiyse sahne biçerdöğerlerin.

Eskiden "orak zamanı" dediğimiz bir zaman dilimi vardı. Aşağı yukarı okulların kapandığı dönemde başlardı orak zamanı. Şimdiyse, o zamana kadar biçilecek orak kalmayacak nerdeyse. Ne oldu da hasat bu kadar öne geldi? Üretimi yapılan çeşitlerin eski atadan dededen kalma çeşitler olmamasının da bunda etkisi vardır belki. Hasat konusundaki daha geniş bir yazımı okumak için tıklayınız.
.
.

20 Mayıs 2010 Perşembe

Garova'da Üzüm Taneleri Oluşuyor



Asmalar önce çiçek açtılar, sonra da taneler oluşmaya başladılar. Bu bir Alphonse Lavalle salkımı. Çiçeklenme dönemi sonu tane tutumu.



Bir Cardinale salkımı. Alphonse'a göre erkenci olduğu çiçeklenmesini tamamlamış ve tanelerini tutmuş olmasından da anlaşılıyor.



Bir Şiraz salkımı. Ne kadar da kibar görünüyor :)



Bu salkım da hoşuma gitti, fotoğrafını çektim. Bir şekilde araya karışmış, toplam 4 asma var bundan. Üzümünden ve yapraklarından Boğazkere olduğunu düşünüyorum.
.
.

14 Mayıs 2010 Cuma

Sevimli Konuğumuz Minik Tavşan



Bugün Baba bağcı ve bağcı Erdal bağda çalışıyorlardı. Bağda küçük bir de misafirimiz varmış. Minik bir tavşan. Vakit öğleye doğruydu, Erdal onu yakalamış, eve getirdi. Önce sevdim sonra da benim odamda misafirim oldu. Çok ama çok sevimli bişey. Küçücük yavru bir tavşan. Annesi vardı da oralarda mıydı, yoksa annesini kaybetmiş miydi bilemiyoruz. Ona marul verdik, su verdik ama onlara pek itibar etmedi. "Acaba süt mü içer" dedik. Eğer verdiklerimi yeseydi ona biz bakacaktık. Sonra onu tekrar geriye bırakmaya karar verdik. Eğer annesi yaşıyorsa oralara gelip onu bulacaktır. Eğer yaşamıyorsa ya da yaşıyor ama onu bulamazsa bir şekilde başının çaresine bakmak zorunda. Akşam vakti biz bıraktıktan hemen sonra oradaki ağacın dibindeki yeşilliklerin arasına girip saklandı. Akşam köpekleri de bağladık, bağın oralara falan gidip onu bulup sıkmasınlar diye. Ama yine de aklım onda. İnşallah hayata tutunur. Yolun açık olsun minik tavşancık..



Minik tavşan benim kucağımda. Son bir defa daha sevdim ve sonra koyuverdik, gitti. Onun bir çok fotoğrafını çekmek istemiştim aslında ama, fırsat olmadı. Akşam vakti bir kaç fotoğraf çekebildim, o kadar. Tekrar güle güle minik tavşan...
.
.

4 Mayıs 2010 Salı

Kaplumbağa Terbiyecisi Mustafa



Bağın içinde dolaşmaya çıkmıştık Mustafa'yla, hem asmaları kontrol edelim, hem de yeni aşılar ne durumda onlara bakalım dedik. Meğer yalnız değilmişiz, kaplumbağa dostumuz da bağı dolaşmaya çıkmış :)



İlk başlarda bizden ürküyordu ve evinin içine saklanıyordu hemen, ama sonradan sanırım bize alıştı, gizlenmekten vazgeçti.



Mustafa da Kaplumbağa Terbiyecisi gibi duruyor. Ama biraz korkak bir terbiyeci :) İlk başlarda kaplumbağadan korkuyordu. Sonradan o da biraz alıştı. Bağdan eve döndükten sonra fotoğraflara bakarken, Osman Hamdi Bey'in Kaplumbağa Terbiyecisi tablosunu anlattım ve gösterdim ona. Tablodakinden bizim tek eksiğimiz beş tane daha kaplumbağa :)



Kaplumbağa dostumuza bu kadar eziyet yeter değil mi ? Hadi artık sen yoluna... Yalnız, arkasından bakarken, dönüp gelip kabaklarımızı yemesinden endişelenmiyor da değildik :)



Garova'da güneş batıyor. Haa, son bişey daha; Hani düşük hızın simgesi olarak hep kamlumbağa resmi kullanılır ya, bana kalırsa hiç de o kadar yavaş değil :)



Bağ (asmalar) mı, onlar da bu durumdalar...
.
.