2 Aralık 2014 Salı

Kale Dağı, Theangela Gezisi ve Yürüyüşü

Yaklaşık bir buçuk ay kadar önce (18.10.2014), bir Pazar günü öğleye doğru, bahçeye çıktığımda Kale Dağından atlayan yamaç paraşütçülerini görmüştüm. Hava da güzeldi. Cevat (Karaman) abiyi aramış ve "hadi, işin yoksa Kale Dağına çıkalım mı?" demiştim. O da "tamam" demişti. Kısa bir süre sonra beni almaya geldi ve hergün eteklerinde olduğumuz dağın tepesine doğru yola çıktık...

Kale Dağı, Yalıçiftlik tarafıyla, Karaova tarafını ayıran bu yörenin en yüksek dağı. Yüksekliği 530 m civarında. Gökova Körfezini, Güvercinlik Körfezi ve Didim tarafını, Bodrum Akyarlar tarafını gören etrafa hakim bir nokta. Bu yüzden üzerinde "yangın gözetleme kulesi" var. Dağ aynı zamanda antik bir yerleşim yerine de ev sahipliği yapıyor. Zirvenin Doğu ucunda Bodrum yarımadasının en eski halklarından olan Lelegler'in kenti Theangela var. Belki de bu dağın adına, buradaki kuru duvar olarak yapılmış olan kentin dış sur duvarlarından dolayı Kale Dağı denilmiştir...   

Bu dağa en son 2013 Nisan ayında çıkmıştım. En son yürüyerek ise sanırım 1997'lerde falandır. Hemen köyün üst taraflarına şöyle bir dolaşıp geleyim diye çıkmış, üstelik de hiç kimseye haber vermeden ve yolu uzattıkça uzatmış en sonunda da kendimi Kale Dağının tepesinde bulmuştum. İnerken de herkesin kullandığı patika ve yollardan değil, en dik yerden inmeye kalkmış ve çok zorlanmıştım. Eğer oralarda düşüp ayağımı falan kırsaydım, başıma bir kaza gelseydi, kimsenin beni aramayı akıl edemeyeceği yerlerdi. Bunlardan konuştuk, günlük olağan sohbetimizi yaptık Cevat abiyle. Bağlarımızı uzaktan seyrederek birer kadeh de şarap içtik...

Etraf, doğa o kadar güzel ki... Neler yok neler... Mersinler, Ada çayları, kekikler, pürenler, çöğür armutları (ahlat), sandal ağaçları, defne... Ve tabi, bizim burada "çilek" dediğimiz, ama başka yerlerde "koca yemiş" denilen, kırmızı dağ çilekleri. O kadar güzel görünüyorlar ki. Dağ çileğini pek sevmem aslında, fazla çekirdekli geliyor bana. Bir iki tane yerim, o kadar. Onların orada olmaları çok güzel... Ve, bizim için belki çok fazla değerli değiller ama, dağdaki hayvanların beslenmeleri için çok önemliler...  


Oralarda yürüyerek dolaşmak tabiki çok güzel olurdu, ama benim için bu söz konusu olamayacağından, gidebildiğimiz yerlere kadar arabayla gittik. Sonra, etrafı seyrederek, Yalıçiftlik'e, deniz kenarına doğru yavaş yavaş aşağı inerken,"buraları yürüyerek gezmeli, sandallara, mersinlere, kekiklere, dağ çileklerine dokunarak yol almalı..." demiştik.

Bu arada, biz Kale Dağının adına kısaca "Kale" deriz. Konuşma dilinde, biraz daha bize uyar ve "Gale" olur... Dün öğle saatlerinde Cevat abi aradı, "beni görebiliyor musun yukarıda" dedi. Hemen anladım, Gale'de idi.  Cevat abi, yürüyüş geçmişi olan bir kişi. Sırt çantasını hazırlamış ve köpeği Cango'ya da "hadi" demiş. Zaten Cango'nun canına minnet... Buralarda çok güzel yürüyüş güzergahları var. Dün, 12 km ve yaklaşık 500 m tırmanış içeren yürüyüşe çıkmışlar. Aradığında, "fotoğraf çekmeyi ihmal etme" demiştim, o daha iyisini yapmış, yukarıdaki güzel videoyu hazırlamış. Çok severek ve  daha önceden bildiğim o yollarda sanki ben de yürüyormuşum gibi hissederek izledim...

Bu da, yazdan kalma bir günde, yaklaşık bir buçuk ay önceki, Kale Dağı gezimizin selfiesi :) 

19 Kasım 2014 Çarşamba

Bodrum-Kızılağaç'ta, Füsun ve Erhan Yürüt'ü Ziyaret

Blogumda "Erhan Yürüt" yazıp bir arama yaptığımda, çıkan kayıtların en eskisi 2008 yılının Ağustos ayına ait ; "... Erhan (Yürüt) abi ve eşi Füsun abla geldiler. Sabah çıkmışlardı yola Ankara'dan, haliyle biraz yorulmuşlar tabi. En son görüştüğümüzden bu yana 3 ay geçti nerdeyse. Dolayısıyla konuşulacak şeyler de birikmiş ..." yazmışım. Biz Erhan abiyle yaz mevsiminde, bir bağbozumunun hemen ertesinde tanışmıştık. 2008 Ağustos ayındaki yazıda, "en son görüşmemizden sonra 3 ay geçti nerdeyse" dediğime ve bu blogun başlangıcı da 2008 Temmuz'u olduğuna göre, demek ki bir önceki yılın bağbozumu sonrasında, 2007'nin Eylül başı gibi bir tarihte tanışmışız.

Bunları neden uzun uzun anlattım; Tanıştığımız günlerde, emekli olduktan sonra yerleşecekleri yere karar verme aşamasındaydılar. Düşündükleri birkaç seçenek vardı. Ve bu seçeneklerin hepsinin merkezinde de ortak ilgi alanlarımız olan "bağ ve şarap" bulunmaktaydı. Yerleşebileceklerini düşündükleri yerlerden bazıları yanlış hatırlamıyorsam, Denizli tarafları, Bozcaada gibi yerlerdi. Sonra burada, Bodrum'da karar kıldılar. Ondan sonraki birkaç yıl devamlı gelip gittiler ve arada, Pınarlıbelen ve civarı başta olmak üzere Karaova'da yer baktık onlara. Bu arada da ileride bağ ve şarap üzerine yapılabilecekler üzerine konuşuyorduk. Neler neler konuştuk, ne projeler ürettik... Hedeflerinde, ya da buna hayallerinde demek daha doğru olur, evde şarap yapma hobilerini, yasal prosedürleri tamamlanmış küçük bir şarap üretim işletmesine dönüştürmek vardı. Böylelikle hem hayallerini gerçekleştirmiş olacaklar, hem de bununla yöre tarımına ve Bodrum turizmine katkıda bulunmuş olacaklardı...

Gel zaman, git zaman, ilerleyen yıllarda Bodrum - Kızılağaç mahallesine evlerini yaptılar ve oraya yerleştiler. Yine buraya küçük şaraphanelerini de kurdular. Yasal süreçler tamamlandı ve Bodrum Şarapçılık olarak, Vinbodrum adı altında şaraplarını yapmaya başladılar ve ilk rekolte şaraplarını da iki kırmızı, bir roze olmak üzere çıkardılar. Bunu gerçekleştirebildikleri için onları tebrik ediyor ve her şeyin yolunda gitmesini, yollarının açık olmasını diliyorum...

Bugün onları ziyaret ettim. Telefonla görüşüyoruz ama, yüz yüze görüşmeyeli epeyce olmuştu. Neler olup bitiyor, nasıl gidiyor, bunları konuştuk, tanklardaki şaraplarda durum nedir, onlara baktık... Güzel zaman geçirdik...     

13 Kasım 2014 Perşembe

Garova'da Zeytin Hasat Zamanı

Bugünlerde zeytin ülke gündeminde oldukça fazla yer alıyor. Alıyor almasına da, hiç de hoş haberlerle değil maalesef. Keşke üreticilerin memnuniyetiyle, üretimimizin, ihracatımızın artmasıyla, ülkemizde kişi başına tüketiminin artması vs. gibi güzel haberler olsaydı bunlar...

Zeytinyağlı Yiyemem türküsü vardır, bilirsiniz... Zeytinyağlı yiyemem (aman) / Basma (da) fistan giyemem / Senin gibi cahile / Ben efendim diyemem (aman)  /  Kaldım duman içi dağlarda / Sevgili yarim nerelerde  /  Kara üzüm asması / Yeşil olur yazması / Ben yarimden ayrılmam / Kara yazı yazması  /  Kaldım duman içi dağlarda / Sevgili yarim nerelerde  /  Asmadan üzüm aldım / Sapını uzun aldım / Verin benim yarimi / Annemden izin aldım  /  Kaldım duman içi dağlarda / Sevgili yarim nerelerde.

Türkü güzel. Ama "zeytinyağlı yiyemem" kısmı, o olmaz işte. Zeytin bizim için çok önemlidir. Olmazsa olmazdır, ve tabi zeytinyağlılar da... Bir de, başka ne diyor türküde, "kara üzüm asması." İşte bu kadar...



Antik çağlardan bu yana üzüm ve zeytin çok önemli olmuşlardır. Ne güzel ve ne mutlu ki bize, Garova'da yan yanalar, iç içeler... Zeytin, efsanevi bir ağaçtır. Ölmez ağaçtır... Antik çağ yazarlarından Romalı yazar Columella onun için prima omnium arborum (ağaçlar arasında birinci) demiştir...

Homeros, Odysseus’ta zeytin ağacını “kutsal” olarak nitelendirirken, Antik dönemde Olimpia’da düzenlenen Antik Olimpiyat Oyunlarında galip gelenlere yabani zeytin ağacından yapılan taçlar takılmıştır.  

Memecik zeytini, Muğla, Aydın, İzmir, Manisa, Denizli'de oldukça yaygın olarak yetiştirilir. Ege Bölgesi ağaç varlığının %50’sinden fazlasını, toplam ağaç varlığımızın %45,5’ini Memecik zeytini oluşturur. Yöremizde de en fazla yetiştirilen zeytin çeşididir. Yağlık ve yeşil sofralık olarak değerlendirilir. İspanyol usulü yeşil zeytine işlenir. Yöremizde çizik zeytin yapmakta çok kullanılır. İyi bakım şartlarında kuvvetli gelişir. Meyveleri iridir. Genelde şiddetli periyodisite gösterir. Verimli, kısmen kendine verimlidir. Soğuğa ve kurağa karşı aşırı duyarlı değildir. Aşı ve çelikle çoğaltılır.

Victor Hehn, “Zeytin, Üzüm ve İncir – Kültür Tarihi Eskizleri” kitabının Zeytinle ilgili bölümünde, antik çağ yazarlarından Plinius’un şöyle dediğini yazar; “Özellikle de hasat, her açıdan çok özen gerektiren bir iştir: Daha yeni olgunlaşan meyveler, elle teker teker toplanmalı ve zaman kaybetmeksizin preslenmelidir; hızlılık ve temizlik bu işin temel koşullarıdır. Narin yapılı meyveler ya sopalarla silkeleniyor ya da –daha da kötüsü- aşırı olgunlaşıp artık çürümeye yüz tuttuklarında kendiliğinden yere dökülmeleri bekleniyor (daha o dönemde Plinius bu iki durumdan da şikayetçidir); o zaman zeytinler yerlerde birikiyor, işlenecekleri bir yağhane daha boşalmadan ekşimeye başlıyor.”

Aynen Plinius'un dediği gibi, eskiden zeytinler pek zamanında ve düzgün toplanmaz, toplansa da yağhanelerde hemen sıra gelmez, bunun için de zeytinler ya evde, ya da yağhanelerin yalaklarında bekler, bu esnada da zeytinde çürümeler başlar, bu zeytinlerden çıkan yağlar da düşük kalitede olurdu. Ama artık zeytinler daha düzgün toplanıyorlar, kendiliğinden düşenler dalından toplananlara karıştırılmıyorlar ve fazla beklemeden düzgün bir şekilde sıkılıyorlar. Sonuç olarak da yağlar artık çok daha iyi kalitede oluyor...    


Birbirine yakın olan zeytin çeşitlerini ayırt etmek hiç de kolay değil. Bu zeytinin çeşidinin Manzanillo olduğunu düşünüyorum. Bizim zeytin ağaçlarımızın içinde sadece iki ağaç var. Sanırım yıllar evvel, değişik bir çeşit olması açısından aşılanmış. Daha sonra sayısı da artırılmamış. Ülkemizde çok yaygın değildir. Sofralık olarak değerlendirilir. İspanyol usulü yeşil sofralığa uygundur. Orta kuvvette gelişir. Meyveleri orta iriliktedir. İyi bakım koşullarında düzenli ürün verir. Verimi iyidir. Kendi kendine yeterli tozlanır. Soğuğa duyarlıdır. Çelikle çoğaltılır.

Buralarda herkes zeytin toplama işinde bu sepetleri kullanır(dı). Şimdi yine öyle ama, arada sanırım bir kaç plastik kovaya da rastlayabiliyoruz artık. Çünkü sepetler yavaş yavaş eskiyor ve bitiyor. Yenilerini örmekle uğraşan olmadığı gibi, örmeyi bilenler de gittikçe azalıyor...  

18 Ekim 2014 Cumartesi

Garova'da Yılın Son İncirleri

Garova'da ilk incirler Temmuz'un 20'leri civarında olgunlaşırlar. Temmuz'un 25'lerinde olgunlaşan incir miktarı arttığında toplanıp satılmaya başlanırlar. Ve bu, yaklaşık 1 ay kadar yoğun bir şekilde devam eder. Daha sonra toplanan incir miktarı azalmaya başlar ve Eylül ayının 10'larında incir işi biter. Ama bahçede incir öyle hemen bitmez...

Bahçedeki incirlerin çoğu Sarı Lop inciri. Bir kaç ağaç Sarı Zeybek var. 3 tane Beyaz Güz ve 6 tane de Bursa Siyahı inciri ağacı var. Beyaz Güz ve Bursa Siyahı incirleri geç zamanlara, yani şimdilere kadar kalan incir çeşitleri. Diğerleri çoktan bittiler. 

Bursa Siyahı çeşidi en yaygın olarak Bursa yöresinde ve taze tüketim amacıyla yetiştirilmektedir. Meyve olgunlaşması Ege Bölgesinde Ağustos ayı başından Ekim ayı ortalarına kadar iken, Bursa yöresinde Eylül başından Kasım ayı ortalarına kadar devam etmektedir. Bursa Siyahı meyveleri iridir ve şekli yuvarlaktır. Kabuk rengi koyu mor ya da morumsu siyahtır. Daha sıcak ve güneşli iklimden dolayı kabuk rengi Ege Bölgesinde daha koyu ve canlı oluşmaktadır.      

Bursa Siyahı inciri ihracatıyla ilgili 10.10.2014 tarihli Bursa Olay Gazetesinden bir haber;

Uludağ Yaş Meyve Sebze İhracatçıları Birliği (UYMSİB), incir ihracatının lokomotifi olan Bursa siyah incirinin dışsatışını artırarak, tüm dünyaya yayma çalışmalarının ve yürüttüğü projelerin meyvelerini alıyor.

Bursa siyah inciri ihracatı ile ilgili değerlendirmelerde bulunan UYMSİB Başkanı Dr. Salih Çalı, Türkiye’nin ve UYMSİB’in incir ihracatında tarihi rekora imza attığını vurguladı. Türkiye’nin 2013 yılında 34 milyon 460 bin dolar incir ihracatı gerçekleştirdiğini hatırlatan Salih Çalı, “Tüm ülke genelinde 2014 yılının başından bugüne kadar olan dönemde 41 milyon 913 bin dolar Bursa siyah inciri ihracatı ile Türkiye incir ihracatında tüm zamanların rekorunu kırmış oldu. UYMSİB olarak da aynı başarılı tabloyu izledik. 2013 yılında 16 milyon 486 bin dolar olan incir ihracatını birlik olarak; 2014 yılının ilk 10 ayında yüzde 16’lık bir artışla 19 milyon 102 bin dolara çıkardık. Bu rakamlar hem Türkiye hem de birliğimiz için incirde kırılan rekordur”dedi. Haberin devamı için tıklayınız.

İÖ 6. yüzyılın ikinci yarısında Ephesos'ta yaşamış olan şair Hipponaks, inciri asmanın kardeşi olarak değerlendirmiştir. 

Antik dönemde, Lydia'da üzüm ve incir yaşamın temel nimetlerinden sayılırmış. Herodotos'dan öğrenildiğine göre, Lydia Kralı Kroisos'u Pers ülkesine yapacağı seferden vazgeçirmek isteyenler, Kral'a, Perslerin şarap yerine su içtiğini, yiyecek incirleri (bile) olmadığını söylemişler. Ben demiyorum, tarihin babası Bodrumlu Herodotos baba diyor. Neyse ki, bizim incirimiz de, üzümümüz de var...


İncir bol olduğu zaman çok fazla yenilmiyor. En azından benim için böyle. Ne zaman ki azalıyor ve bitmeye yaklaşıyorlar, işte o zaman çok değerli olmaya başlıyorlar. Ben de o zaman daha fazla incir yemeye başlıyorum. Azaldıkça değerleri artıyor. En değerlileri de bunlardı, çünkü son incirlerdi...   

13 Ekim 2014 Pazartesi

Bağ, Son Üzümler Ve Eşek Arıları

Yaz geçer, sonbahar gelir, üzüm hasadı biter. Ama bağda üzüm bitmez. Uçlarda, aralarda, kıyılarda köşelerde saklı kalmış üzümler vardır. Neferiye ya da nefer, neferge, nifirne, bekçi gibi isimlerle de anılan salkımlar vardır. Bir de, beğenilmeyen kötü salkımlardan, seyrek salkımlardan kalanlar olur. Ve bunlar da, arılar için çok cezbedeci olurlar.

 

Bağda en fazla bulunan arılar da Eşek Arıları. Daha önce de söylediğim gibi, hasat dönemi sonrasında bağa geldikleri için ürüne kayda değer bir zararları olmuyor. Eşek Arısı, Vespidae familyasına ait bir yaban arısı cinsi. Vespa da denilirmiş kendisine. Bu konuda daha önce yazmış olduğum teferruatlı bir yazıyı ve fotoğrafları görmek için tıklayabilirsiniz.