30 Nisan 2011 Cumartesi

Davul, Zurna ve Ben



Davul, zurna ve ben. Bu yaşıma geldim, davullu zurnalı bir çok düğünde bulundum ama davul ve zurna şimdiye kadar hiç kulağımın bu kadar yakınına gelmemişti :) Çağırdım, "çalın bakalım" dedim. "Bir de fotoğraf çektireyim." Bunda, elimdeki rakı kadehinin etkisi var mı derseniz, yok. O işin görüntüsü. Arkadaşlara eşlik ediyor olmak için. Zaten hepi topu içtiğim de bir yudum ancadır. Yani, amiyane tabirle, içip zurna olmadığım gibi, olmuşluğum da yoktur. Maksat muhabbet...

Her ne kadar "davulun sesi uzaktan hoş gelir" diye bilinirse de, hem zurnanın hem de davulun sesi yakından da gayet güzel :) Buyrun size küçük de bir örnek, tıklayınız.

Düğün, Erdal'ın (bilmeyenler için, kardeşim olur kendisi) kayınbiraderi Nail'in düğünü. Bu vesileyle Nail ve Zehra'ya da burdan mutluluklar dilerim. Ege'nin birçok yerinde olduğu gibi bizim yöremizde de geleneksel düğünde erkek evinde davul zurna çalınır. Cumartesi günü öğleyin başlar, Pazar günü devam eder, Pazar öğleden sonra "gelin alma" ya gidilir, düğün kız evinde de devam eder ve akşama doğru gelinin alınıp gelinmesiyle sona erer.

8 Nisan 2011 Cuma

Garova'nın Kuzucukları


.
Bir tanecik koyun var çiftlikte. Kendi sürüsünden ayrılıp (alınıp) bize geldiğinde insanlarla ilişkisi pek sıcak değildi. Biraz "güre" idi. Bize alışsın diye uğraştık, sonra da çok insancıl oldu :) Otlağa gittiğinde mesela, tek başına otlamak istemeyen, yanında birini isteyen duruma geldi...



Geçenlerde iki tane kuzusu oldu. Biri dişi, biri erkek. Önce doğan erkek. Erkek kuzu doğduktan bir süre sonra ayağa kalkıp emzirmeye başlamıştı ama, dişi kuzu biraz güçsüzdü ve bir türlü de emzirmiyordu. İlk sütünü biberonla içirdik ona. Koyunun da ilk kuzuları bunlar ve koyun da bu duruma hemen alışamamıştı, ilk başlarda biraz huysuzluk yaptı. Sonra o da alıştı.



Şimdi biraz büyüdüler artık ve hoplayıp zıplıyorlar. İlk doğduğunda biraz zayıf olan dişi kuzu şimdi daha hareketli ve daha oyunbaz. Yakalamak da biraz güçleşti. Anaları otlağa gittiğinde, eğer yanında kimse yoksa otlamıyor, durmadan bağırıp duruyordu. Şimdi kuzularıyla gidiyor otlağa ve artık ne sesi çıkıyor ne sedası...

2 Nisan 2011 Cumartesi

Nisan Yağmuru

Mart değil, Mayıs da değil, illa da Nisan yağmuru. Şarkılara, şiirlere konu olmuş. Heralde tam da bahara denk geldiğindendir. Neyse, tarımsal üretim yapıyorsanız eğer, işin romantik yönüyle değil, gerekliliğiyle ilgilisinizdir. Tam da bugünlerde olduğu gibi...



Epeyce zaman olmuştu yağmur yağmayalı. Ekinler ve otlar sararmaya yüz tutmuştu. Eğer biraz daha yağmur yağmasaydı çiçekler de geçecek, bahar daha kısa sürecekti. Baharı da uzatmış oldu bu yağmur. Herşey o kadar birbirine bağlı ki, baharın kısa sürmesi, çiçeklerin erkenden solması, arıların daha az çiçeğe konması, bal üretiminin bile düşmesi demek mesela... Yağmur yağması gerekli ve güzel de, dolu riski de her zaman mevcut tabi ki. Sabah daha hava aydınlanmadan şimşek ve gök gürültüsüyle uyandım. Biraz sonra da yağmur başladı. Bir ara sanki dolu yağacak gibi oldu. Bağdaki az miktardaki Trakya İlkerenler filizlendiler ve eğer dolu yağsaydı bu asmalar için hiç iyi olmazdı...

Bu arada, ayaklarımdaki alçılar yaklaşık bir ay önce alındılar. Artık iyiyim. Topsuz antrenmalara başladım, yakında yeşil sahalara dönerim :)