30 Nisan 2012 Pazartesi

Tomurcukbağ'dan Prof Dr.Yusuf Sabit Ağaoğlu ve Eşi Gülcihan Hanım'ın Ziyareti

Hem bir Ziraat Mühendisi olarak hem de bağla ilgili bir kişi olarak, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümünden (emekli) Prof Dr.Yusuf Sabit Ağaoğlu hocamı zaten biliyordum. Son bir kaç yılda da Ankara'daki butik şaraphaneleri, web siteleri ve öne çıkan Kalecik Karası şarapları hakkında internette ve yazılı basında onlarla ilgili okuduğum yazılardan tanıyordum kendilerini. Dün bir mesaj atıp, "Değerli meslektaşım Mehmet, Bodrum'a geldik, sizi ve bağlarınızı ziyaret etmek istiyoruz" dediklerinde yüz yüze de tanışacağımız için çok mutlu olmuştum. 
   
                   
Bodrum'da Kocadon Restaurant'taki çalışanlara ve sahiplerine şaraplarının tanıtımını yaptıkları toplantıdan sonra Garova'ya geldiler. Bana hediye olarak bir de Tomurcukbağ Trajan Rezerv Kalecik Karası 2009 getirmişlerdi, bunun için kendilerine bir kez daha teşekkür ediyorum. Sorduğumda, bundan sonra şaraplarının Kocadon Restaurantta ve Metro'da bulunacağını söylediler.

Bağ'dan, Bağcılıktan, şaraptan konuştuk. Çok konuştuk hem de. Konular böyle güzel olunca, insanın karşısında konunun uzmanı ve aynı zamanda bir de küçük şaraphaneleri olan hoş sohbet kişiler olunca sohbet hem güzel olup, hem de uzamaz da ne olur ki... Bu arada bir yandan da benim şaraplarımdan tattık...

Mezunu olduğum Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Hocaları tarafından kurulan bir Fakülte. Yusuf Sabit hocam, bir grup hocayla bir arabaya atlayıp Bursa'ya gidişlerini anlattı. Hürriyet Mahallesinde Ziraat Meslek Lisesindeki ve Tezok'taki ilk yerleşkeden konuştuk. Bu vesileyle ben de 17 yıl önce Tezok kampüsüne ilk gittiğim zamanı ve o günleri hatırladım... 

Bağdan bu kadar konuştuktan sonra bir de bağın kendisini görmemek olmaz. Hem de hiç olmaz. Ne de olsa olayın başrollerinden birisi ona ait :) Biraz da bağda dolaştık...

Bağın hemen giriş kısmında deneme için dikilmiş şaraplık üzümler vardı, bunlardan 20 tanesi de Kalecik Karası idi. Daha sonra onlar kesilerek anaçları üzerine başka bir üzüm aşılandılar ama örnek olması, bağda bulunması için 1 tane asmayı bırakmıştım. Onu gösterdiğimde, Gülcihan hanım, "Bak Yusuf Bodrum'da bir Kaecik Karası" dedi. Hoca da fotoğrafını çekti. Kalecik Karasının önemi ve anlamı onlar için çok farklı ve bunu web sitelerindeki, "Bu serüven, bundan tam 45 yıl önce, Kalecik Karası üzerine yaptığım doktora çalışmamla başladı..." diye başlayan bölümü okuduğunuzda anlıyorsunuz. Darısı, hayallerinin peşinde koşanların başına...  

29 Nisan 2012 Pazar

Sayın Can Pulak ve Kadir (Vargı) Abinin Ziyareti

Öğleden sonraydı, Kadir abi aradı ve "Mumcular yakınlarındayız, müsaitsen biraz sana uğramak istiyoruz " dedi. Kadir abi, eşi Tülay abla ve kendisiyle yeni tanışacağımız Can Pulak bey geldiler daha sonra. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın basın danışmanlığını yapan, Bodrum'da yaşayan ve yine yazılarına devam eden ve çeşitli sivil toplum kuruluşlarında yöneticilikleri bulunan ve Net Holding Yönetim Kurulu üyesi olan Can beyi daha önceden biliyor ve yazılarını okuyordum. Bugün de yüz yüze tanıştık ve sohbet etme fırsatı bulduk. Kendileriyle tanışmaktan çok mutlu oldum, güzel bir ziyaret ve güzel bir sohbetti...  

26 Nisan 2012 Perşembe

4 Yıl Önceki Budamadan Günümüze Bir Asma

Budama; Asmalarda büyüme ve gelişme ile verimlilik ve kalitenin dengeli bir şekilde düzenlenerek, bağlardan sağlanan yararın en üst düzeye çıkarılması amacıyla, canlı toprak üstü organları, özellikle bir yaşlı dallar ve sürgünler üzerinde gerçekleştirilen kısaltma, çıkarma ve seyreltme gibi işlemlerdir. Aşağıda ise bunun çok daha sert bir şekilde yapılmış hali var.

Asma, şiddetli budamaya gelebilen ve buna uygun tepki gösterebilen bir kültür bitkisidir. Yukarıdaki fotoğraf 2008 yılındaki budama esnasında çekilmişti ve web sitemdeki Budama konusunu fotoğraflarla anlattığım bölümde yer almıştı. Bu derece sert bir budama sık yapılan bir uygulama olmadığı gibi gerekli de değildir. Bu asmada ise yan dallar yaşlanmış ve üzerlerinde bırakılan çubukların (ve onların üzerindeki gözlerin) dağılımı iyice bozulmuştu. Bunun düzeltilmesi için yeni yan dallar (kordon terbiye sistemindeki kordonlar) oluşturma yoluna gidildi. Ancak bunun için de daha önceden uygun yerlerde bırakılmış genç sürgünler olması gerekmektedir. Dolayısıyla planlaması daha önceden yapılmalıdır. Yukarıdaki asmanın bugünkü durumu alttaki fotoğraftadır. 

Yeni yan (ana) dalları düzgün bir şekilde oluşmuş ve bunlar üzerinde de çubukların ve gözlerin muntazam dağıldığı bir Alfonse Lavalle üzümü asması.  

14 Nisan 2012 Cumartesi

Son Süngerci Aksona Mehmet / The Last Sponge Diver Aksona Mehmet

Herşeyin bir "geçmişi" olduğu gibi, Bodrum'un da bir geçmişi var. Ve bu geçmişte küçük bir kıyı kasabası olmak var, sürgün yeri olmak var, sünger var, sünger avcıları var... Şimdinin gözde tatil mekanı ama bir zamanların kendi halinde küçük bir kıyı kasabası olan Bodrum'un geçmişinde, geçimini sağlamak için destansı bir iş yapan insanların hikayeleri var. Bu, sünger avcılarının hikayesi... Bu, öyle bir hikaye ki, taa yüzyıllar öncesine kadar gidiyor. Ve Halikarnas Balıkçısı bunu, "Deniz Gurbetçileri" isimli kitabının başında yer vediği, M.Ö 3. yüzyılda yaşamış Opianus'un sözleri ile anlatıyor; "Hiçbir çile sünger avcılarınınkinden daha korkunç, hiçbir çaba onlarınkinden daha zor değildir."



Bu belgesel; Bodrum'un, Bodrum'un geçmişinin, süngerciliğin, bu kıyılarda yaşamış süngercilerin ve o süngercilerden sonuncusu olan, "Deniz; doğanın sonsuz enerjisini kendi lehinize kullanmayı, insan sevgisini, terbiyeyi, birbirine saygıyı, tasarrufu öğretir... Denizle barışık yaşıyorsan sana çok şey verir." diyen ve her defasında sözlerini "yüreği insan sevgisiyle dolu tüm güzel insanlara Ege'nin derin maviliklerinden kucaklar dolusu selam olsun" diye bitiren, güzel insan Aksona Mehmet'in hikayesi.



Yönetmenliğini Savaş Karakaş ve Sibel Göloğlu'nun, yapımcılığını Savaş Karakaş'ın yaptığı, Kültür Bakanlığının desteği, Oasis ve Cinemarin'in katkılarıyla Bodrum, Kos ve Kalimnos'ta çekilen belgesel çok başarılı bir yapım olmuş. Başta Aksona Mehmet ve Savaş Karakaş olmak üzere emeği geçenleri tebrik ediyor, bir Bodrumlu olarak da teşekkürlerimi sunuyorum. Son Süngerci çok kısa bir süre sonra İz Tv'de yayımlanmaya başlayacak.

Belgeselin Bodrun Cinemarine Sinemalarındaki gösteriminde Savaş Karakaş bir konuşma yaptı : "Aksona Mehmet, Bodrum'un ve Ege'nin yaşayan efsanesidir. Yıllardır Ege ve Akdeniz'de dalmadığı deniz dibi bırakmamıştır. Derin suların sünger avcısını ve kaybolmaya yüz tutmuş değerlerimizi belgeselimizde dile getirdik. Türk ve Yunan süngercilerin Ege'nin derinliklerinde yazılmış destanını, 60'lı yaşlarına meydan okuyup, denizden ve hayattan kopmayan Aksona Mehmet dillendirmektedir. 50 dakikalık belgeselde Aksona Mehmet yine sünger çıkarıyor, eski süngercilik hikayeleri, vurgun acıları, kaybettiği arkadaşları, eski av anıları, kısacası Aksona'nın hayatı yer alıyor. Bodrum'un destansı özünü, yaşayan son sünger avcısı Mehmet Baş'tan dinlemek çok keyifli oldu. Ayrıca belgesilin İZ TV'deki ilk gösterimi, belgeselde anılan Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın 17 Nisan'daki 122. doğum gününde olacak"



Savaş Karakaş'ı çekmiş olduğu Çanakkale Savaşı ile ilgili belgesellerden ve sualtı belgesellerinden ve tabiki çok severek izlediğim İz Tv'den ve "Sudaki İzler" den tanıyordum. Yüzyüze tanışmak da varmış ve o da bugüne kısmetmiş. Savaş Karakaş'la tanıştığımızda "web sitenizi ve sizi biliyorum" dediğinde, heralde karıştırıyor ya da nezaketen söylüyor demiştim. Ama, hemen ardından "Bodrum Bağları ve Garova Günlüğü" deyince çok şaşırdım ve mutlu oldum tabi...



Belgeselin gösteriminden sonra emeği geçenlere teşekkür edildi, plaket ve çiçek taktim edildi.



Belgeselin gösteriminden sonra Dilek - Can Ertem çiftiyle sohbet ettik bir süre. Onlarla tenis oynadığım (kaza öncesi) dönemden tanışıyoruz. Üniversitede öğrenciyken yeni bir raket almak istemiştim ve Head'in yeni çıkan bir modelini de çok beğeniyordum ama pahalıydı. Dilek hanımla tenis kortunda ilk tanıştığımızda benim almak istediğim bu raketle oynuyordu ve aynı raketten iki tane vardı. "Ben de bu raketten almak istiyorum" dediğimde, "al bu senin olsun" demişti. Almamıştım ama bunu da hiç unutmuyorum...

8 Nisan 2012 Pazar

Karabaş Otu, Yabani Lavanta, Karan Çalısı, Lavandula stoechas ssp. cariensis

Yaygın ismi Karabaş otu. Yabani lavanta olarak da bilinir. Latince ismi Lavandula stoechas. Ballıbabagiller (Lamiaceae) familyasından çok yıllık bir makilik alan bitkisidir. Boyu 30-100 cm arasında değişir. Dallarının ucunda 3-5 cm kadar uzunlukta kadifemsi dokuda bir çiçek kapsülü, onun ucunda da 6-7 adet yaprakçıktan oluşan mor renkli çiçekleri bulunur.



Halikarnas Balıkçısı, Mavi Sürgün romanında Bodrum'un adı için şöyle der; "Şövalyeler (Sen Jan şövalyeleri) şatoyu (Bodrum Kalesi) havari Sen Piyer'e adadıkları için, adına Petronium dediler. Petronium sözünü Türkçe'de Bodrum'a çevirdiler ki, bu ad, 1. Zefiriya, 2. Halikarnassos, 3. Petronium'dan sonra şehrin dördüncü adıdır. Ne yazıktır ki, apaydın ve masmavi bir yurt köşesi olan bu yer, Bodrum gibi karanlık bir adın kara damgasıyla karara kalmış olsun." Böyle yazmış Balıkçı ama o günden bugüne çok şey değişmiş, Bodrum adı bir marka olmuş kelime anlamının çok önüne geçmiştir.



Halikarnas Balıkçısı yukarıdaki sözlerinin sonunda, "Bodrum gibi karanlık bir adın..." diyor ya, Bodrum'da Karanlık diye de bir yer ismi var. Bodrum'un, Pınarlıbelen köyünün üç mahallesinden birinin ismi. Burası da bizim mahalle. Hiç de albenili bir isim değil. Albeniyi bırakın, Balıkçı'nın da dediği gibi, iç karartıcı bir isim. Ve bunu buraya yabancı olan bir çok kişiden duymuşumdur. Ama işin aslı hiç de öyle değil.




Karanlık ismi Karabaş otundan, diğer bir ismiyle Karan bitkisinden geliyor. Burada yöresel ismi Karan çalısıdır. Kısaca "Karan" denilir. Ve burada çok fazla yetişir. Tıpkı -lik eki alarak "Ceviz" den türemiş, ceviz yetişen yer anlamındaki "Cevizlik" ismi gibi, buranın ismi de, "Karanlık" olmuştur. Olay budur. Hatta, biraz daha ileri gideyim, eskiler Karan değil "Garan", Karanlık değil "Garannık" derler.



Karan ve yine Karanla birlikte yetiştiği sıkça görülen "Çeti" ile ilgili bir yazı web sitemde var. O yazı için araştırma yaparken "Bodrum Yöresinde Halk Tıbbında Yararlanılan Bitkiler" başlığı adı altında Sayın Füsun Ertuğ'a ait bir araştırmaya rastladım. Bu araştırmada Karan için, "Bir diğer endemik tür olan ve adını bu yöreden alan Lavandula stoechas ssp. cariensis (Karabaş otu, Karan, Ana Baba kokusu) 10 reçete ile en yaygın kullanılan bitkilerdendir. Çiçekli dalları çay olarak öksürük ve bronşitte, soğuk algınlığında, baş ağrısı, ayrıca kum sancısı, ülser, mide ve göğüs ağrılarında ve kalp rahatsızlıklarında kullanılır. Alerjiye karşı dalları kaynatılıp suyunda banyo yapılır. Konak, kepek önlemede yararlıdır. Yörede bulunan her iki alt türün de yaygın olarak kullanıldığı bilinmektedir. Çok eski dönemlerden beri kullanılan bir drog olduğu belirtilmektedir" deniliyordu.




Velhasılı, toparlayacak olursak; Burada Karan oldukça fazla yetişir ve buranın ismi de Karan'dan gelmektedir. Karan, tıbbi değeri olan bir bitkidir. Biraz araştırmadan sonra göreceğiniz üzere kullanımıyla ilgili tavsiyelerle karşılaşırsınız. Siz siz olun emin olmadığınız, güvenmediğiniz tavsiyelere itibar etmeyiniz. Nasıl kullanılacağının ve ölçüsünün doğruluğundan emin olunuz.

Başka? Karan endemiktir ve güzel görünür. Bir de, kuraklığa dayanıklıdır ve işlenmeyen arazilerde hızla çoğalabilir.



Epeyce zamandır Karan fotoğrafı çekme niyetim vardı, bugün hava da güzel olunca, Mustafa ile gezmeye çıktık. Hem de fotoğraf çekeriz dedik. Görüldüğü üzere, çektik de.



Buralara gelmeyeli epeyce bir zaman olmuştu. Mustafa'yla etrafı seyrederek yeşillikler içinde sohbet ettik. Mustafa olmasa yalnız başıma buralara gelemezdim. İkimiz bir ekip oluyoruz. Zor Yollar ekibi. Öyle diyoruz.



Burada, etrafı taş kuru duvar, tel çit ve benzeri bir şekilde çevrilerek kapalı bir alan halini alan tarlaya "harım" denilir. Bu da harımın gediği. Bu harımlar en çok bir çoban gerekmeden hayvanların başıboş otlamalarına yarar.

Gelelim gezimizin sonuna; Fotoğraflarını çektiğim Karanların her iki yanında gezgin arıcılara ait arı kovanları vardı. Kendileriyle tanışık olduğumuz arıcılar kovanların uzağındaki bir zeytin ağacının gölgesinde bizi yemeğe ve çaya davet ettiler. İşte tam bu sırada Mustafa'nın sağ gözünün altını arı soktu. Ve Mustafa'cığım hem ağladı hem de bana kızdı. Ama neyse ki arı sokması ona alerjik değil, birazcık şişecek, o kadar. Olmasa iyiydi ama, ne yapalım, arıların da böyle bir huyları var...

2 Nisan 2012 Pazartesi

Asmada Yarma Aşı

Bağcılıkta aşılar; Hastalıklara ve zararlılara dayanıklılık, tuza-neme-kurağa dayanıklılık, kirece dayanıklılık, ıslah çalışmaları ve çoğaltma gibi amaçlarla sıkça kullanılan, iki farklı materyalin kambiyum dokularının çakıştırılarak kaynaştırılmasına dayalı vegatatif bir çoğaltma yöntemidir ve asma kolay aşı tutan bitkilerden biridir.



Bağcılıkta yerinde aşılamada uygulanan en yaygın aşı çeşitleri şunlardır; Kalem aşıları (En fazla uygulanan aşılardır), Göz aşıları, Yeşil aşılar

Aşıda başarının sağlanması; 1. Aşı materyalinin özelliklerine, 2. Aşı yapma tekniğine, 3. Ortam koşullarına bağlıdır.

Anaçla kalemin uyuşması ön koşuldur. Aşıda kullanılacak anaç ve kalem iyi olgunlaşmış (odunlaşmış) olmalıdır. Pişkinleşmemiş kalemler yeteri kadar besin maddesi içermezler, bu nedenle aşılamada başarı düşük olur. İyi odunlaşmış çubuklar parlaktır ve çeşidin kendine özgü rengini alır. Bükülünce kabuk çıtırdayarak parçalanır. Öte yandan anaç ve kalem genç olmalıdır. Kalem iyi odunlaşmış olsa bile anaç çok yaşlı ise aşı zor tutar. Yerinde yapılacak aşılarda anacın baş parmak kalınlığında olması yeterlidir. Çoğunlukla anaçlar 2 yılda bu kalınlığa erişirler.

Aşı tekniği yönünden anaç ve kalemin kaynamayı sağlayacak dokularının çok sıkı temas etmesi gereklidir. Dokular ne kadar sıkı olursa, kaynaşma da o kadar kolay ve çabuk olur. Anaç ve kalemin kambiyum dokuları karşılıklı olmalı ve çakışmalıdır.

İki ayrı bitki parçası olan anaç ve kalemin tutması için sıcaklık, nem ve oksijene gerek vardır. Yara dokusu (kallus) oluşumu için ideal sıcaklık 24-29 ° C’dir. Aşı yapıldığında sıcaklık düşükse anaç ve kalem kaynaşma belirtisi göstermeden canlılıklarını koruyarak beklerler. Sıcaklık uygun hale geldiğinde kaynaşma başlar. Yüksek sıcaklıkta yara dokusu hızlı gelişir. Ancak gevrek ve zayıf dokulu olur. Düşük sıcaklıklarda ise (22-24 ° C) yara dokusu yavaş oluşur. Ancak sıkı yapılı ve dayanıklıdır. Sıcaklık 16-21 ° C olduğunda çok yavaş oluşan kallus dokusu, 15 ° C ve altında durur.

Yüksek oransal nem kaynaşma için gerekli diğer faktördür. Aşı yeri çevresinde oransal nem % 85 olmalıdır. Daha yüksek nem daha iyi sonuç verir. Arazide yerinde yapılan aşılarda, aşı yerinin neminin muhafazası için, aşı kalemi üzeri kalınlığı 5-8 cm olan ince toprakla (kümbet şeklinde) örtülür...

Sağlıklı, kaliteli ürün veren ve verimli asmalardan alınan kalemler olgunlaşmış ve 1 yaşında olmalıdır. Aşı kalemleri yaprak dökümünden itibaren, gözler uyanıncaya kadarki dönemde alınabilir ve aşı zamanına kadar, nemli talaş veya kum içinde katlanarak, don olayının olmadığı serin bir yerde saklanabilir.

Kalem aşılarının yapılması için Şubat-Mart ayları uygundur. Yukarıda açıklanan iklim değerleri uygun olduğu sürece bu aşı zamanı Nisan ayı sonuna kadar da uzayabilir. Asmalara su yürüdüğünde, uyanma döneminde (hatta uyanmanın birazcık sonrasında) aşılama daha başarılı olur.

YARMA AŞI : 1-3 yaşlı anaçların aşılanmasında en çok kullanılan ve en kolay olan aşıdır. Çapı 3 cm’ye kadar olan (yani aşağı yukarı baş parmak kalınlığı) anaçların aşılanmasında kullanılır. Yaşlı gövdeler üzerinde de yarma aşı yapılabilir, ancak tutma oranı düşer. Anaç toprak seviyesinden (ya da duruma göre biraz altından, biraz üstünden olabilir) kesilir. Aşı baltası (yargıç) ile üzerine ağaç tokmakla vurularak 2-7.5 cm kadar anaç tam ortadan yarılır. Kalın anaçlarda bu yarığın uzun olmamasına dikkat edilmelidir. Aşı baltasının üçgen kısmı anacın ortasına sokulur. Aşı kalemi 1 veya 2 gözlü hazırlanır. Kalemin alt kısmı aşağıya doğru incelen bir kama gibi yontulur. Her iki taraftan açılan şev incelerek, kalemin ekseninin uç kısmında birleşmelidir. Kalemdeki yontulan bu kısmın uzunluğu anaçtaki yarığın uzunluğuyla eşit olmalıdır. Kalem yerleştirildikten sonra ne anaçta açılan yarıkta bir boşluk, ne de yerleştirilen kalemin yontulmuş kısmında açıkta kalan bir bölge olmamalıdır. Kalem ile anacın kambiyum dokuları aynı hizada olmalıdır. (Bu durumda anacın kabuk kısmı ile kalemin kabuk kısmı da karşılıklı gelecektir.) Kalemdeki gözlerden altta olanın, anaçtaki yarığın dış tarafına bakacak şekilde yerleştirilmesine dikkat edilmelidir. Kalın anaçlarda 2 kalem takılabilir. Aşı bağı veya rafya ile sarılarak sıkıca bağlanır. Aşının üzeri gevşek bir toprakla örtülür. Aşıların hep aynı tarafına herek konulur.



Aşı Kaleminin Yontulması : Geçen yılki sürgünlerin dipten 2/3’lük kısmı kullanılmamalıdır. Bu gözler gelişmemiş olabilir ve gözler sürmeden kısa süre içinde dökülür. Sürgün 1-2 gözlü olarak kesilir. Altta kalacak göz dışa gelecek şekilde ve gözün 0.5 cm altından, her iki yandan yontulur. Uçta sıfıra düşecek şekilde kama şekli verilir. Kalemin dış tarafı kalın, içe gelecek yeri daha ince olacak şekilde hazırlanır.

1 Nisan 2012 Pazar

Horozlar Neden Dövüşürler?

Bunlar da bağda gezip dolaşan, otlayan horoz ve tavukları. Yani, mutlu tavuklar. Horozun mutluluğu için bir söze gerek yok zaten. Havada uçan bir şahin gördüklerinde ya da hissetiklerinde de hemen eve kaçıyorlar.



Horozlar neden düvüşürler? Dövüşmelerinin mutlaka bir sebebi (ya da sebepleri) vardır. Ben bu konuda bilimsel araştırma yapan birisi değilim. Ama yukarıdaki fotoğrafa bakınca en önemli sebebin ne olacağını tahmin etmek hiç de zor değil :)



Ama dövüştürülmelerinin nasıl bir sebebi olabilir ki? Dövüştürülen ve birbirine zarar veren, kanlar içinde kalan horoz görüntüleri hiç mi hiç hoş değil. Zaten, Hayvanları Koruma Kanunu kapsamında ve Kabahatler Kanununa göre hayvana kötü muamele sayıldığından horoz dövüştürmek yasak.

Gelelim bu horozların derdine; Malum, bahar aylarındayız ve tavuklarla horozlar da bolca çiftleşiyorlar. Bu horozlardan kırçıllı olan çiftleşmek için bir tavuğu kovalıyordu, kırmızı olan da geldi ve "ne oluyor uleeeyynnn, benim tavuğuma haaa..." dedi ve dövüşe tutuştular. Olay budur. Bir hatun kavgası yani. Ben de bağda gezerken kavgalarına şahit oldum.



Horozla İnci : Horozun birisi birgün bir inci bulmuş, hemen kuyumcuya gitmiş, "iyi bir şeye benziyor, gel al şunu da, bir mısır tanesi ver bana" demiş. Bu horoz(lar) da bağda bir inci bulurlar mı bilmem ama, (bana göre) bağın kendisi zaten bir inci...

Horozların sabahları öterek insanları uyandırdıklarını herkes bilir. Ama sabahı beklemeden daha akaşam saatlerinde ya da gece yarısı iken öterlerse bunun hava durumunda bir değişikliğe işaret olduğu, bir horoz gün içinde gelip evin kapısında öterse bunun da bir misafir geleceğinin işareti olduğu yönünde bir inanış vardır bizde :)