26 Eylül 2010 Pazar

Marsel İlhan Türk Telekom İzmir Cup 2010 Finalinde / Marsel İlhan ATP Klasmanında İlk 100'e Girdi



Geçen hafta Bosna Hersek'te ATP Challenger serisi Banja Luka tenis turnuvasını kazanan Marsel İlhan, yine bir ATP Challenger serisi turnuva olan ve bu yıl üçüncüsü düzenlenen İzmir Cup'ta geçen yıl olduğu gibi yine finale yükseldi ve -maalesef- yine geçen yıl olduğu gibi finalde kaybetti. Bu maçtaki yenilgiyle geçen hafta Banja Luka'da başlayan 9 maçlık galibiyet serisi de son bulmuş oldu. Ancaaak, finale çıkmasından elde ettiği puanlarla (60 puan) ATP dünya klasmanında ilk 100'e girdi. Ve, ilk yüze giren ilk Türk tenisçi oldu. Bu, şu demek; Artık ATP turnuvalarına ana tablodan direkt olarak katılabilecek. Ve ilk olarak önümüzdeki hafta ATP Dünya Turu etabı Malezya Açık’ta ana tabloda raket sallayacak ve sonrasında Japonya Açık için Tokyo’ya geçecek.

Maça gelince; Şampiyonluk maçında, 4 numaralı seribaşı Marsel İlhan'la 2 numaralı seribaşı Hint raket Somdev Devvarman karşılaştı ve maçı Somdev Devvarman 6-4 ve 6-3’lük setlerle kazandı. İlk setin başında 3-1 öne geçen Devvarman, sonraki oyunda servisini kırdırınca Marsel 3-3’ü yakaladı. İlk setin onuncu oyununda üst üste yaptığı hatalarla 0/40 geriye düşen Marsel'in çift hatası ise sete noktayı koydu. İlk seti 6-4 kazandıktan sonra ikinci sette 4-1’lik üstünlüğe ulaşan Devvarman, avantajını son oyuna kadar korudu ve bu seti de 6-3'le, maçı da 2-0'la kazanarak şampiyonluğa ulaştı.
.
Marsel İlhan, puan vuruşlarında rakibine 17-16 üstünlük sağlamakla birlikte, puan vuruşu demek, basit hata riski demek :) Bu da 29 basit hata olarak döndü Marsel'e. Ama olsun, cesaretli olmak lazım. Bugün çizginin biraz dışına düşen ve basit hata olan toplar, yarın çizginin içine düşer...

Marsel İlhan yaptığı açıklamada, bir hafta boyunca kendisine destek olanlara teşekkür ederek, "Geçen sene bir söz vermiştim. Bu sene şampiyon olmak istemiştim. İlk 100'e girdiğim için çok mutluyum. Seneye inşallah şampiyon olacağım" dedi.

.

25 Eylül 2010 Cumartesi

Derin Kuyu Pompasının (Dalgıç Pompa) Kuyuya İndirilmesi ve SU



Ben kuyunun başına gittiğimde derin kuyu pompası indirilmiş, pompaya bağlı diğer borular yerleştiriliyordu ve elektrik sistemi döşeniyordu. 12.08.2010



Ve işte ilk su. Beklenildiği üzere çamurlu.



Oldukça soğuk bir su. Geldiği derinliğe bakılırsa bu da normal tabi. Suyun çamurluluğu azalmaya başlıyor. Tamamen berraklaşması için epeyce akması gerekecek.



Dalgıç pompanın yerleştirildiği ve suyun ilk çıktığı gün sevgili arkadaşım Nermin (Cengiz) de buradaydı misafirim olarak. Bu heyecanımıza Nermin de ortak oldu...
Su yavaş yavaş berraklaşıyor.



Kuyunun son hali. Böylelikle, yıllardır keşfi yapılan ancak çeşitli sebeplerle ertelenen derin kuyu kazılması işinin de sonuna gelindi.
.


Akifer : Boşlukları tamamen yeraltı suyu ile dolmuş olan, bu suyu bir noktadan diğerine iletebilen, tabanında geçirimsiz bir seviye ile sınırlanmış olan ve bir kaynak olarak, ekonomik olarak su verme özelliğine sahip jeolojik oluşumlardır.
.
.

21 Eylül 2010 Salı

Garova'da Su Kuyusu (Derin Kuyu) Sondajı



Derin su kuyusu işi yıllarca ertelendikten ve bu zaman zarfında suyun yeri babam tarafından defalarca keşfedildikten sonra, nihayet sondaj zamanı geldi. 31.07.2010



Bir çok kez keşfi yapılmış noktaya sondaj makinası kuruluyor.



Belirlenen noktadan sondaj işlemi başlıyor.



Bir miktar (sanırım 3-5 metre kadar) delme işlemi yapıldıktan sonra, delici uç (matkap ucu) yukarıya çıkarılıyor.



Sondaj işlemi, yerin, dönen delici uçla (matkap) delinmesi ve açılan bu kuyu deliğinin içine özel bir deterjanın karıştırıldığı su verilmesi ve üzerine de hava püskürtülmesi yoluyla oluyor. Yukarıdaki de, hava kompresörü ve sondaj borularını taşıyan kamyon.



Biraz delindikten sonra matkabın ucu yukarıya çıkarıldı demiştim yukarıda. Biraz daha genişçe açılan üst kısımdaki bu deliğe 2 metre kadar boyunda demir bir boru yerleştiriliyor. Daha sonra sondaj işi yeni bir matkapla bu borunun içinden devam ediyor. Kazı borularının uç uca eklenmesinde ve daha sonra boruların yerleştirilmesinde bu demir borunun çok büyük bir işlevi oluyor.



Sondaj işleminde, açılan kuyu içerisindeki matkabın parçaladığı kaya ve toprak parçalarının üzerine, içine özel bir deterjan karıştırılan su veriliyor. Ve orada çok yoğun bir köpük oluşuyor. Küçük toprak ve kaya parçaları da bu köpüğün içine karışıyor. Ve bu köpüğün üzerine kompresörden çok güçlü bir hava verildiğinde köpük kuyu ağzına (yüzeye) kadar yükseliyor. Dolayısıyla da içindeki toprak ve kaya parçaları dışarı atılmış (taşımış)oluyor. Aynen yukardaki gibi.



Üzerindeki köpük söndükten sonra ortaya çıkan killi toprak. Kazının ilk safhalarında daha çok killi toprak çıkıyor. Taşlı tabakaya gelmek ise suya yaklaşıldığının işareti oluyor. İlk günün sonunda düşündüğümüz derinliğe kadar inildiği halde henüz suya rastlanılmamıştı. Tabi bu da herkeste bir endişeye neden olmuştu. Hatta biz, acaba güzel bir sürpriz olur da, daha az bir derinlikte suya rastlar mıyız diyorduk. Güzel sürprizden vazgeçtik. Ya su çıkmazsa... Herkes o geceyi biraz endişeli geçirdi.



Ertesi gün sabah sondaj tekrar başladıktan biraz sonra su bulundu. Ve tabi endişe de yerini gülen yüzlere bıraktı. İşin tekniği gereği kazıya biraz daha devam edildi. Çünkü kazı derinliğinin son noktasına kadar boru yerleştilemiyor daha sonra. Bunun da hesap edilerek sondaj derinliği belirleniyor.



Yukarıda sondaj kuyusundan yükselen köpüklü su görülüyor. Bu köpüklü suyun fazlalığı kuyunun tabanında bulunan sudan kaynaklanıyor.



Son bölümde çıkmış olan taşlı kazı materyali. Ben de buradan kibrit kutusuna yakın büyüklükte bir kaya parçası almıştım hatıra olarak. Ne de olsa 124 metre yerin altından kopup gelmiş bir kaya parçası. Her zaman bulunmaz :)



Açılan kuyudan delici matkabı taşıyan borular ve delici uç çıkarıldıktan sonra, bir an evvel kuyuya borunun yerleştirilmesi gerekiyor. Çünkü kuyunun çeperlerinden kopacak taş ve/veya kaya parçaları alt kısma düşerek, tıkanıklığa sebep olabilir.



Borular uç uca eklenerek açılan kuyuya yerleştiriliyor. Sanırım bu boruların her birinin boyu 4 metreydi. En alta çeperi deliksiz olan boru yerleştiriliyor. Daha sonraki 4 metrelik boru delikli boruydu. Ondan sonraki deliksizdi. Bir delikli, bir deliksiz şekilde belli bir yere kadar yerleştirildikten sonra daha yukardakilerin hepsi deliksiz borulardan yerleştiriliyor ve ve en son kuyunun ağzı kapatılarak bırakılıyor.
Şimdilik bu kadar. Çünkü buraya kadar yapılan işlemler arama ruhsatıyla yapılan işlemlerdi. Şimdi tekrar izin alınacak ve kuyunun başına elektirik çekilecek, sonra kuyuya dalgıç pompa (derin kuyu pompası) indirilecek.
.
.

17 Eylül 2010 Cuma

Çatal Ağaç Dalı (Çatal Değnek) İle Su Aramak

Çocukluğumda kuyuya su almaya gittiğimizi hatırlıyorum. Hani, çeşme başı muhabbetler olur ya, bizdeki kuyu başı muhabbetiydi. Bir çok kişi birbirini ya kuyu yolunda ya da kuyu başında görebilirdi. Hemen hemen her evin su sarnıcı vardı ama, içme suyu için kuyuya gidilirdi. Sonra şebeke suyu geldi, sarnıçlar önemini biraz kaybetti, kuyuya gitmeler de bitti.



Yukarıda bahsettiğim kuyular, etrafı taşla örülmüş klasik kuyulardı. Bundan 10 yıl kadar önce ise kendi arazimizde bir derin kuyu açtırmak fikri hasıl oldu. Bunu en çok isteyen babamdı. O zamandan bu zamana hep lafı edildi ama o ya da bu sebepten ötürü hep geri kaldı. Arazinin içinde keşif yapar, "su burada" derdi babam. Tel çubukla su arayan birini getirmiş, o adam da tel ile su arayıp aynı yeri işaret etmiş. Sonra ağaç dalıyla başka kişi de bakmış. Bir kaç noktada su var ama en çok olduğu yer orasıymış.

Nihayetinde bu yıl sondaj yapılmasına ve kuyu kazılmasına karar verildi, müracaat yapıldı, izinler alındı. Çatal ağaç dalı ile bir kontrol daha yapılacaktı. Ben de gittim oraya. Ama böyle bişeye kesinlikle inanmıyorum tabi. "Olur mu öyle şey" diyorum. Su arayan kişinin elinde ağaç dalı acayip oynuyor suyun olduğu yerde. Dedim ki, "ben de deneyeceğim." Aldım çatal değneği, birisi de tekerlekli sandalyeyi sürsün dedim. Aman Allahım, o da ne! Değnek ne biçim oynuyor elimde, gel de inanma şimdi.

Tel çubukla arama yapılıyormuş. Çatal değnekle de arama yapılıyormuş. Delice zeytin dalından ya da dut dalından fotoğraftaki gibi çatal bir değnek kesiliyor. Başka ağaçlardan da olabiliyor bu çatal değnek. Bizimkisi delice zeytinden idi. Kişi, değneği iki ucundan yere paralel olacak şekilde tutuyor ve dirseklerini böğrüne yaslıyor ve yürümeye başlıyor.



Çok yavaş adımlarla giderken çatal değneğin ucu yukarıya doğru kalkmaya başlıyor. Çubuğun uçlarını sıktığınız halde avcunuzun içinde dönmeye devam ediyor. Ne kadar yukarıya kalkarsa, değnek ne kadar güçlü hareket ederse, bu, suyun da güçlü olduğuna, fazlalılığına işaret. Yürümeye devam edip su olan yeri geçtiğinizde, değnek de tekrar geriye gidip, yere paralel eski haline geliyor. Yani değnek hareket etmezse su da yok demek.
.
Yaa, işte böyle :) Gülerek, dalga geçerek gitmiş ve denemek istemiştim. Ama kesin şekilde ikna oldum. Bu arada, değnek herkeste oynamıyor. Bu enerjiyle alakalı bişeymiş. Bende varmış yani :)
.
Bu konuda internetten bir alıntı :
.
Yer kabuğu yalnızca birkaç kilometre delinebildiği için altımızda nelerin olduğu örnekler alınarak açıklanamıyor. 70 kilometreye ulaşan yer kabuğundan sonra 2.900 kilometre kalınlığında katı bir tabaka, daha sonra da 2.300 kilometre kalınlığında ergimiş çekirdek tabakası olduğu biliniyor.

İnsanoğlu gözünü hep gökyüzüne diktiğinden yer altındaki faaliyetler ve bunların kendi yaşamına etkileri hakkında biraz ilgisiz. Arada sırada bir yanardağ lav püskürtünce aşağıda da bir takım şeylerin olduğunun farkına varıyor. Aslında ayaklarımızın altında sıvıları, gazları, radyoaktiviteleri, manyetik kuvvetleri; eriyen, kırılan, dalgalanan tabakaları ile esrarengiz bir dünya gizlidir.

Jeologların yüksek teknoloji ürünü aletleriyle bile saptayamadıkları yer altındaki bazı oluşumları insanların hissedebildikleri, yerin derinliklerinden gelen ışınların pek çok hastalığın sebebi olabileceği konulan artık ciddi olarak tartışılmaktadır.

Yerin altı ile fizik ötesi bir ilişki kurabildiklerini iddia edenlerin başında su arayıcıları gelir. Su arayıcılarının en çok kullandıkları 'Y' harfi şeklindeki ağaç çubuklardır. 'Y'nin iki ucunu ellerinde tutup, bacağını da ileriye uzatıp kollarını gererler. Su kaynağına yaklaştıkça ağaç çatal titremeye ve aşağıya, suyun bulunduğu yere doğru dönmeye başlar. Bu işte tercih edilen ağaçlar fındık, karaağaç ve meşedir.

Çin'de milattan önce 2200 yıllarından beri kullanılan bu tekniği uygulayan su arayıcılarına göre, iki su damarının kesiştikleri yerden çok güçlü bir ışın yayılmaktadır. Bu ışın evlerin duvarlarından bile geçebilmekte, insanlar mikrodalga seviyesindeki bu ışınları hissedebilmektedirler. Ancak özel bir duyarlılığa sahip insanların algılayabileceği söz konusu ışınların var olup olmadıklarını ve insan sağlığı üzerindeki etkilerini kanıtlamak üzere Münih Üniversitesi bir çalışma başlatmıştır.

Çalışmalar kapsamında yapılan deneylerde su arayıcı kişilerin yüzde 95 isabetle suyun yerini tespit edebildikleri görülmüştür. La Roche firması adına su arayan ünlü Peter Treadwell, Avustralya'dan Hindistan'a kadar dünyanın hemen her yerinde aradığını bulmuştur. Yer altı oluşumlarının insanlara bir şekilde etki ettikleri artık kabul edilmektedir. Ancak bu işte kullanılan ağaç çatalın yer altı sularından nasıl etkilendiğinin ve bu işteki rolünün hala bilimsel bir izahı yoktur.

13 Eylül 2010 Pazartesi

Bodrum Mavi Dergi 37. (Temmuz-Ağustos) Sayıdaki Yazım / Harnup (Keçiboynuzu) ve Bodrum'daki Adresi; Yalı Beldesi

Bodrum Mavi dergi 37. sayıdaki "Harnup (Keçiboynuzu) ve Bodrum'daki Adresi; Yalı Beldesi" başlıklı yazıyı sayfaların üzerine tıklayarak okuyabilirsiniz...






.
.

1 Eylül 2010 Çarşamba

Sonbahar Yağmurları



Yağmur yağıyordu, fotoğraf makinemi çıkardım, konu mankenime de (kendisi Mustafa olur) şemsiyeyi alıp yağmurun altına geçmesini söyledim. Güzel bir fotoğraf çekecektim. Sürpriiz, fotoğraf makinemin pili bitmiş. Yağmur da pilin şarj olmasını beklemiyor tabi, bu durumda, yağmurdan sonra çekilmiş bu fotoğrafa kaldık artık :)

Derler ki, "Ağustos'un 15'i yaz, 15'i güz." Yani, bu demek oluyor ki sonbahar mevsimi geldi. Bir başka deyişle, güz mevsimi. Bugün de ilk güz yağmuru yağdı. Geçen yıllara göre de biraz erken yağdı. Eee, her sene aynı tarihte yağacak diye de bişey yok tabi... Zaten bu yıl üzüm, armut, incir, v.s 10 gün kadar erken gelişmişti, ilk güz yağmurunun da erken yağması normal :)

Hava ciddi şekilde serinledi ve yağmur da öylesine çiseleyip geçmedi, toprakta minik dereler oluşturacak kadar yağdı. Ve her yeri toprak kokusu sardı. Bütün bitkiler, son yağmurlardan beri üzerlerinde birikmiş olan toz v.s den kurtuldular. Yağmurdan sonra açan güneşte hepsinin yaprakları parıl parıldı.

Bütün bunlar çok güzel tabi. Ama bu yağmurun bir başka güzel tarafı daha var, belki de asıl güzel tarafı demek lazım, o da üzüm hasadı bittikten sonra yağmış olması. Böylece üzümler yağmurdan hiç etkilenmediler. Şaraplık üzümler yağmura yakalansaydı eğer, hem fiziksel olarak salkımlarda çürümelere neden olabilirdi, hem de bağ sulanmış olacağı için tanelerdeki şeker oranı biraz düşecek, aroma konsantrasyonu bundan olumsuz etkilenebilecek ve şarabın biraz gevşek ve sulu bir yapıda olmasına neden olabilecekti. Aynı şey sofralık üzümler için de geçerli... Bütün bu olumsuzluklar olmadığı gibi, hasat bittikten sonra bağ sulanmış oldu, çok da güzel oldu... Bu yağmurun bir başka faydalı etkisi de zeytin ağaçlarına. Onlar için de yağmurun tam zamanıydı...
.
.