27 Haziran 2012 Çarşamba

Türkiye Asma Genetik Kaynakları / Grapevine Genetic Resources of Turkey (Türkiye Asma Genetik Kaynakları Milli Koleksiyon Bağı)

Türkiye asmanın ve şarabın anavatanıdır. Her ne kadar bunu gerektiği şekilde kullanamasak ve ekonomimize ciddi bir katkıya dönüştüremesek de, konu her açıldığında mutlaka söyleriz. Bu konuda söylenen bir başka şey de Türkiye’de 1200 üzüm çeşidi olduğudur. Doğru mudur? Doğrudur. Doğrudur ama yine de görülmeyince bu 1200 rakamından biraz şüphe duyulmuştur sanırım. Ama artık görülebiliyorlar. Çünkü, bu üzümlerin fotoğraflarının, yörelerinin,  yöresel isimlerinin olduğu bir katalog hazırlandı. Katalog dediysem, öyle 3-5 sayfalık bir kitapçık değil, 400 sayfalık bir kitap bu.

Bu kitap, Tekirdağ Bağcılık Araştırma İstasyonu tarafından yıllar yıllar önce başlatılan bir çalışmanın sonucunda hazırlanmış. Kitabın arka kapağında şöyle deniliyor;

“Bu eser, “Türkiye Asma Genetik Kaynaklarının Belirlenmesi, Tanımlanması ve Muhafazası Üzerinde Araştırmalar” isimli ve 1965 yılından beri çalışmaları devam eden bir projenin 2010 yılı sonuç raporu olarak hazırlanmıştır. Tekirdağ bağcılık Araştırma İstasyonu arazisinde tesis edilmiş bulunan üzüm çeşit/tiplerine ait bilgileri ve orijinal fotoğrafları içerir."

On gün kadar Tekirdağ Bağcılık Araştırma İstasyonu Müdürlüğünden sevgili arkadaşım Zir.Yük.Müh. Tamer Uysal’la görüştüğümüzde, “kitabın hazır olduğunu, bana da göndereceğini” söyledi. Tamer’le daha önceki konuşmalarımızda ve gelip gitmelerinde de bu konudan konuşurduk zaten. Kendisi de bu projede görevli olan sevgili arkadaşıma ve projede emeği geçenlere hem çalışmaları hem de kitap için teşekkürler…

Kitabın başındaki Sunuş bölümünde ; “Dünya bağcılığında önemli bir yere sahip ülkemizin bağcılığı tarihsel bir geçmişe sahiptir. Asmanın anavatanları arasında olan Anadolu’da binlerce yıldır yapılan yetiştiricilik çok büyük asma form zenginliğini doğurmuştur. Geçmişten gelen bu zenginlik zaman zaman azalmaya yüz tutmuş olsa da mevcut duruma bakıldığında ülkemiz dünya asma genetiğinin çok önemli bir kısmını teşkil etmektedir. Asma, Türkiye’de hemen her yerde yetiştirildiğinden çok zengin ve değişik özellikler içeren yerel çeşit/tip oluşmuştur. Bu çeşit ve tiplerin tespit edilmesi, muhafazası, tanımlanması ve genetik stok olarak uygulamaya konulması büyük bir öneme haizdir. Bu kaynağı, öncelikle tespit etmek, toplamak ve koruyup gelecek kuşaklara sürdürülebilir bir şekilde aktarmak ülke ve dünya bağcılığına yapılacak büyük bir hizmet olacaktır. Bu fikirden hareketle Tekirdağ Bağcılık Araştırma İstasyonu tarafından 1960’lı yıllarda başlayan çok kapsamlı bir çalışmanın sonucunu görmenin mutluluğunu yaşamaktayız.

Ülkemizin yaygın üzüm yetiştiriciliği yapılan bölgelerinden başlamak üzere il, ilçe, köy ve mezralara varıncaya kadar bağ alanları tespit edildikten sonra ilgili Tarım Kuruluşlarıyla koordineli çalışmalar yapılarak arazi bazında asma tiplerinin aşı kalemlerinin alınmasıyla, Kurum arazisindeki tesis edilen koleksiyon bağına aktarılmıştır. Bu şekilde koruma altına alınan asma tipleri üzerinde ampelografik çalışmalar yürütülmüş ve tanımlamaları yapılmıştır.

Çok uzun bir zaman periyodunda özverili, titiz bir çalışmanın bir ürünü olan bu eserin meydana gelme aşamaları kronolojik olarak aşağıda özetlenmiştir.” Denilmiş ve kısaca, 1965'ten günümüze kadar yıllar itibarıyla neler yapıldığı yazılmış.
1965 yılında projeye başlanmış olup 1969 yılına kadar envanter çalışmaları yapılmıştır.
1970-1971 yıllarında arazi hazırlığı ve anaç dikimlerine başlanmıştır.
1972 yılında ………
2008-2009 yıllarında ......

Bazı çeşitlerin yetiştirilmesi devam ettiği için (şimdilik) bu kitapta 900 çeşit yer almış durumda. Kitaptaki üzüm çeşitlerinin fotoğraf kalitesini de merak ediyordum, arada bir kaç tane iyi çekil(e)memiş üzüm fotoğrafı olmakla birlikte büyük bir çoğunlukta fotoğraflar gayet başarılı. Bu güzel fotoğrafları görünce, o üzümü alıp yemek, dikip yetiştirmek istiyor insan. Üzüm çeşitleri hakkında, yukarıda da görüldüğü gibi; Üzümün Sinonimi, aşı kaleminin alındığı İl, İlçe, Köy bilgileri ile Salkım şekli, Tane şekli, Tane Rengi ve Çekirdek Sayısı bilgilerine yer verilmiş. 

Bir çok şeyin hızla kirlendiği, yetiştirilen ürünlerde kullanılan tohumlarda bile (neredeyse) tekelleşmeye doğru gidildiği, atadan-dededen kalma tohumları(mızı)n hızla yok olmaya doğru gittiği, GDO'lu bitkilerin giderek artan bir oranda hayatımıza girmeye/sokulmaya çalışıldığı günümüzde, bize düşen ve yapılması gereken, güzel ülkemizde yetişen ticari değeri olsun ya da olmasın, bitkisel gen kaynaklarımızı kayıt ve koruma altına almaktır. Bu vesileyle "Türkiye Asma Genetik Kaynakları" projesinde emeği geçen herkese tekrar teşekkürler...

21 Haziran 2012 Perşembe

Yavru Baykuş

Epeyce zaman oldu yazmayalı. Bağla ilgili yeni yazı ve fotoğraflar paylaşacaktım ama bağa giderken bu yavru baykuşu görünce fotoğrafını ve küçük bir videosunu çekeyim dedim. Ve böylece bir önceki yazının ardından hayvanlar aleminden bir yazı daha olmuş oldu. Ben çalışmak için bağa girdikten sonra, dönüşte tekrar baktığımda bıraktığım yerde yoktu. Daha uçamıyordu ama epeyce hareketliydi. Artık kendisi mi gitti, yoksa annesi gelip bir şekilde oradan götürdü mü, bilmiyorum...  

İnternette en kolay ulaşılabilen kaynaklardan birisi olan Vikipedi 'de yazdığına göre; Baykuş ya da Gece yırtıcı kuşları (Latince: Strigiformes), kuşlar (Aves) sınıfının, karinalılar (Carinatae) bölümünün, gökkuzgunumsular (Coraciiformes) takımına giren gece yırtıcı kuşları (Strigiformes) alt takımında yer alan türlere verilen genel ad.

Bir kısmının kanat açıklığı bir adam boyuna kadar ulaşabiliyorken, serçe kadar küçük olanları da varmış. Bizim buradakilerin büyüklüğü sanırım bir tavuk büyüklüğüne yaklaşıyordur. Kıvrık gagalı, keskin pençeli, kanca tırnaklı ve döner parmaklı olmaları, bütün vücudunun tabi bir susturucu gibi görev yapan ince tüylerle kaplı olması ve bu sayede çok sessiz uçması ve avlanması, iri gözlerinin başının yanında değil önünde olması, aşırı büyüklükteki gözlerinin araba farı gibi yerlerinde sabit olması ve yuvalarında hareket etmemesi, baykuşun boynunu 270 derecelik alan içerisinde çevirerek etrafını rahatça kontrol edebilmesi, görme ve işitme yeteneklerinin çok hassas olması, baykuşlar hakkındaki ilginç bilgilerdir. 
 

Baykuşların uğursuz olduğu yönünde de bir inanış vardır. İslam kaynaklarına göre kuş dilini bildiği kabul edilen Hz. Süleyman'ın bir baykuşla yaptığı konuşma olduğu söylenen bir yazıya rastladım internette. Ne ölçüde doğru olduğunu bilmiyorum ama içeriği ve verdiği mesaj güzel.
Bir gün bir peçeli baykuş Hz. Süleyman’ın yanına gelmiş selam vermiş. Hz. Süleyman baykuşun selamını almış ve konuşmaya başlamışlar. 
“Ey baykuş neden topraktan bitenden yemezsin?” diye sorunca,
“Hz. Adem topraktan çıkan şey sebebiyle cennetten çıkarıldı.” demiş baykuş.
“Niçin su içmezsin?” diye sorunca,
“Çünkü Hz. Nuh kavmi suda boğuldu.” demiş.
“Neden imar edilmiş mamur yeri terk edip harabeleri mesken tutarsın?” diye sorunca,
” Harabeler Hz. Allah'ın mirasıdır, ben de Hz. Allah’ın mirasında otururum” demiş.
“Harabe üstüne konduğunda ne dersin?” diye sorunca da,
“Burada yiyip içerek geçinenler hani nerededir derim" demiş.
“Ya imar edilmiş yer üzerinden geçsen ne dersin?” diye sormuş,
“Yazık Ademoğluna ki önünde nice güçlükler varken nasıl rahat uyumaktadır derim" demiş.
“Gündüzleri niçin çıkmazsın?” diye sorunca da,
” Ademoğlunun kendisine ettiği zulmün çokluğundan…” demiş.
“Öterken ne dersin?” diye sorduğunda ise,
“Ey gafil ahiret yolculuğun için azık hazırla! derim ve ‘Sübhane halıkun Nur’ diye zikrederim .” diye cevap vermiş.
Bunun üzerine Hz. Süleyman (a.s.) şöyle buyurmuş:
“Kuşlar içinde insanoğluna bu kadar güzel nasihat eden ve bundan daha şefkatli olanı yoktur. Cahillerin ondan nefret etmeleri onu uğursuz saymaları ne acayip şeydir!…”

Eğer baykuş bunları söylediyse, ya da söylüyorsa, bu, insanın aklına, "doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovarlar" lafını getiriyor. Daha da ötesi, "dost acı söyler..." Evet, kuşun ne günahı var, uğursuzluk olsa olsa insanların davranışlarındadır...


Eski Mısır'da ve Babilliler'de baykuş ölüm kuşu olarak nitelendirilmiş. Tarihi kalıntılardaki hiyeroglif kabartmalarda baykuş karanlığı, sessizliği ve ölümü temsil etmiş.
Eski Yunanlılar'da ise tam tersine baykuş gecelerin, savaşın, akıllılığın ve sanatın Tanrısı Athena'nın sembolü olarak kabul edilmiş. Yunanlılar baykuşların onları koruduklarına, gece görüş özelliklerinin Tanrılar tarafından verilmiş olduğuna inanıyorlarmış. Bu nedenle tapınaklarının her tarafında bol miktarda baykuş yaşıyormuş. İnanışlarına göre savaşa hazırlanan bir ordunun üstünden uçan baykuş, gelecek zaferin habercisiymiş. Yunanlılar baykuşun bilge bakışlarından o kadar etkilenmişler ki, M.Ö altıncı yüzyılın sonundan birinci yüzyıla kadar Atina'da bastırılan paraların arka yüzünde baykuş amblemi yer almış.

Romalılarda ise baykuşun ölüler diyarından geldiği ve yakın bir ölümün habercisi olduğu inanışı varmış. Sezar öldürülmeden az önce de baykuşların haykırışları duyulmuş(muş). Romalılar Avrupa'nın orta kesimlerine yayılıp kendi düşünce ve kültürlerini de beraberlerinde taşıyınca, muhtemeldir ki, bu yöndeki inanışları da günümüze kadar gelmiştir.

8 Haziran 2012 Cuma

Civcivler Ana Tavuğun Kanatları Altında

"Kanatlarının altına almak" deyimini çeşitli defalar kullanmışızdır, kullanmışlardır, okumuşuzdur, duymuşuzdur. Güven ve sıcaklığı, ama daha çok güveni ifade eder ve kuşkusuz en güvenli yerlerden birisidir. Ama bu civcivler için biraz da oyun demekmiş gibi görünüyor...

2 Haziran 2012 Cumartesi

Bağ Hastalık ve Zararlılarıyla Mücadelenin En Başında Kültürel Tedbirler Gelir

Bağ Hastalık ve Zararlılarıyla mücadelenin en başında kültürel tedbirleri uygulamak gelir. Mesela küllemeyle mücadelede asmanın iç kısımlarına doğru hava dolaşımının ve güneşlenmenin sağlanması çok önemlidir. Böylece, kükürt gibi daha basit ilaçlarla hastalığın önüne geçilebilir, kimyasal mücadele yapılacaksa da çok daha az sayıda yapılması, yapılan ilaçlamanın da etkili olması sağlanmış olur. Ne demek mi istiyorum? Aşağıdaki fotoğraflara bakınca söze gerek yok aslında... 

Bu asmada salkımlar olması gerekiyor. Ama neredeler? Görünmüyorlar çünkü yaprakların arasında kaybolmuşlar. Asmanın içinde hava dolaşımı çok az, nerdeyse yok gibi. Salkımlar güneşe hasretler. Bu haliyle bu asmanın içinde, başta mantari hastalıklar olmak üzere, her türlü Bağ Hasatalık ve Zararlısı etmeni kendine uygun bir ortam bulur ve gelişir, ama üzüm sağlıklı gelişemez. 

Salkımların yakınında ve arada bulunan koltuk sürgünleri ile yapraklar alındıktan sonra salkımlar meydana çıkıyorlar. Asmanın içinde de hava dolaşımı sağlanmış oluyor.
Mantari hastalıklar önce yapraklarda görülürler sonra salkımlara geçerler. Yapraklar ve salkımlar çok iç içe olmazlarsa, yapraklarda görülecek bir mantari hastalığın salkımlara atlaması önlenebilir ya da geciktirilebilir. Bu durumda ürün kalitesinde bir düşme olacaktır ama, hiç olmazsa ürün hepten kaybedilmiş olmayacaktır.     

Bunlar da asmadan çıkarılan yapraklar.