16 Kasım 2012 Cuma

Meşe, Meşe Palamudu, Pinar Ağacı (Qercus aucheri)

Gezerken, bağın hemen girişindeki palamut ağacının (meşe palamudu) dibine düşmüş olan bu palamutları görünce alıp fotoğraflarını çekeyim dedim. Zaten, çocukken de bunları toplamayı severdim. Fotoğraflarını çekmişken bu fotoğrafları bloga koyayım, altına da birkaç şey yazayım dedim. Derken, konu biraz daha genişledi, dallandı budaklandı...

Bu bir palamut meşesi. Biz kısaca "Palamut" diyoruz. Fagaceae familyasına ait bir bitki. Latince ismi Quercus ithaburensis. Ağaçta oluşan bütün palamutlar bu kadar büyümezler, çoğu daha küçükken dökülürler. Ancak bir kısmı bu büyüklüğe ulaşırlar. 

Sincaplar başta olmak üzere, bazı yabanıl kemirgenler bunu çok severler. Kabuğunun içinde kestaneye benzeyen yenilen kısmı vardır. Yenilen bu kısım tanen bakımından zengindir. Yenilmesi aynen kestanede olduğu gibidir. Boya sanayiinde ve sepicilikte kullanılır. (Bu arada sepicilik; hayvan derilerini kullanılacak hale getirmek için yapılan işlemlermiş.)

Çiftliğe geliş yolu üzerindeki ve aynı zamanda bağın girişinde olan bu meşe palamudu epeyce yaşlı bir ağaç. Yaşı 100'ün üzerinde. Palamutlar boya sanayiinde kullanılır demiştim ya, bizim burada da kök boya yapılırken kullanılır(dı). "Kullanılırdı" diyorum, çünkü artık kök boya yapılmıyor. Bizim meşe palamudu da bu civardaki en yaşlı palamut ağacı ve çok iyi hatırlıyorum, eskiden birçok kişi bu ağacın palamutlarından toplamak için gelirdi. 30 yıl kadar önce bir kısım dalları, arazinin içine gölge yaptığı ve o kısımda ürün yetişmesine engel olduğu gerekçesiyle kesilmişti. Neredeyse, bir bu kadar daha vardı. Şimdi olsaydı, her ne sebepten olursa olsun, o dalların kesilmesine mani olurdum. Çünkü bu ağacın heybetini seviyorum. Her yıl sonbaharda, aşağı yukarı bağlarla beraber yapraklarını döker, baharda bağlarla beraber yeni yapraklarını açar.

Bağ demişken; şarapların olgunlaştırılmasında kullanılan fıçılar da meşeden yapılıyor. Ama hangi meşe? Öncelikle, bu aileye ait bir sürü alt tür var. Fıçı yapımında hangisinin kullanıldığı önemli. Hadi o tamam, onun da nerede yetiştiği önemli. Dünyada kullanılan iyi fıçılarda, Fransız meşesi, Amerikan meşesi ve Macar meşesi kullanılıyor. Hatta, Amerikan meşesinin de bazı eyaletlerinde yetişenleri daha makbulmüş. Falaaan, faalan, falan... Bu mevzu biraz derin.      

Yapraklarının boyuna bosuna, şekline şemaline, ölçüsüne falan girmiyorum artık. Yapraklarda şekil bu :)

Bu da, Quercus aucheri. Aynı familyanın bir başka ferdi. Bizim buradaki adı Pinar'dır. Daha da ayırıcı bir isimle "Boz Pinar" denilir. Yaprakları yumuşak ve kenarları dikensiz olur. Keçiler çok severek, diğer hayvanlar da, (yiyelim baari) diyerek yerler. Pelit denilen (burada Pilit denilir) kestane benzeri tohumlarının tanenli ve hafif acımtırak bir tadı vardır. Yine bunlar da, palamutta olduğu gibi, kestane gibi yenilebilirler. Sincaplar ve başka bazı kemirgenlerle, koyun, keçi, inekler de bunları yerler.  

Pinar çalı formunda da, ağaç formunda da olabilir. Çalı formundaki bir pinar budanarak ağaç şekli verilir ve o şekilde büyütülürse, yukarıda da görüldüğü üzere oldukça büyüyebilir. Bu büyüklük 15-20 metreye ulaşabilir. Yukarıdaki ağaçlar da 100 yaşın epeyce üzerinde yaşlı ağaçlardır.  

Bunun da Latincesi vardır mutlaka. Ama bilmiyorum :) Bizim burada "Kızıl Pinar" deniliyor. Bunun tohumu diğerine nazaran biraz daha ince uzun oluyor. Tadı tamamen acıdır, yenmez. Bildiğim kadarıyla hayvanlar da yemiyor. Yaprakları Boz Pinar yaprağına göre daha büyüktür ve kenarları da dikenlidir. Yapraklarını da sevmez hayvanlar. Bunu sevse sevse kim sever, deve sever :)

İşte, bu da o dikenli yaprak. Deseni hiç de fena değilmiş. 
Şimdii, bu Boz Pinar'dan da, Kızıl Pinar'dan da bizim burada oldukça fazla miktarda var. Bizim köyün ismi Pınarlıbelen ve ismin buradan, yani Pinar'dan geldiğini düşünüyorum. Çünkü bu köyde Pınar yok, ama Pinar çok.   

Gelelim işin biraz da oyun kısmına; Biz küçükken bu pilitlerden "topaç" yapardık. Pilitler küçük olduğu dönemde alınır ve arka kısımları düz bir şekilde kesilerek, küçük düz bir çöp takılırsa topaç yapılmış olur. Aynı şey, pilitlerin büyük olduğu dönemde de pilitin bir kısmı kesilip atılarak yapılabilir. Ama küçük olduğu dönemde yapılanlar daha güzel dönüyorlar.

Sonra da düz bir zeminde böyle döndürülür(ler). 

Pinar ağacı çok sağlam olur. Bundan dolayı onun düzgün dallarını, kazma, çapa, nacak, kürek gibi aletlerin sapı için kullanıyoruz. Yani, bu ağaç "bir kazmaya sap olabilen" ağaçlardan birisi :) Kimse ona, "sen bir kazmaya bile sap olamazsın" diyemez. Pinar kerestesinin ahşap işlerinde kullanıldığını duymadım. Belki de sert yapılı ve işlenmesi zor olmasındandır. Ama odunu kıymetlidir, çünkü yüksek kalorili bir yakacaktır. 
Hangi çeşidi kullanılıyor bilmiyorum ama, mangal kömürü yapmakta kullanılır ve meşe odunundan yapılan mangal kömürü en çok tercih edilen mangal kömürüdür. 

Palamut ağacının dibinde bulduğum palamutlardan yola çıkarak yazacaklarım bunlar. Eksikler kalmış mıdır, mutlaka kalmıştır. Kalan, kalır. Zaten, amacım da bilimsel bir makale yazmak değil(di). Bu kadar yeter :)  

7 Ekim 2012 Pazar

Bağın Bekçileri Son Üzümler: Nefer, Neferiye, Neferge, Nifirge, Nifirne, Asker

Bağdaki üzümler toplandıktan, bağbozumu tamamlandıktan sonra, bağda üzüm biter mi? Bitmeez.. Bağın bekçileri, son üzümler vardır çünkü...


Bunlar; dalların uç kısmına yakın yerlerde (sonradan) oluşan sapı uzun ve az sayıda taneden oluşan küçük salkımlardır, daha doğrusu salkımcıklardır. Bu salkımcıktaki taneler genellikle ana salkımdaki tanelerden daha küçük olurlar. Kabukları nispeten daha incedir. Çekirdek sayısı normaldekinden daha fazladır. En son üzümler oldukları için de, yurdun değişik yerlerinde bu durumu ifade edecek isimlerle anılırlar, bilinirler. Asker, Nefer, Neferiye, Neferge, Nifirne, Nifirge olarak adlandırılırlar ve hepsi de aynı şeyi ifade eder.


Nefer, Neferge, Nifir v.b. gibi isimlerle anılan bu son üzümler her zaman küçük salkımlar şeklinde olmazlar, bazıları nerdeyse ana salkım büyüklüğündedirler.


Yukarıdaki ilk iki fotoğraf Shiraz/Syrah 'ların neferleri, onların altındaki son fotoğraf da bir Zinfandel neferi.

3 Ekim 2012 Çarşamba

Adakarası

Adakarası : Avşa Adası, Erdek ve Balıkesir yöresinde yetiştirilen bir üzümdür. Özellikle de Avşa adasıyla özdeşleşmiştir. Salkımları kanatlı, konik yapıdadır ve salkımdaki tanelerin dizilişi sıktır. Salkım iriliği ortadır. Olgunlaşma zamanı Eylül sonudur. Güzel kırmızı rengi olan, yumuşak ve hoş içimli bir şarap verir. Şarabında % 12 - 13 alkol olur. (Standart Üzüm Çeşitleri Kataloğu - Tarım ve Köyişleri Bakanlığı)





























Ben de, 2005 yılında deneme amaçlı olarak bağa aşıladığım şaraplık üzüm çeşitlerinin arasına Adakarasını da almıştım. Diğer çeşitlerin kimilerini beğenmediğimden, kimilerini de az miktardaki değişik üzüm çeşitleriyle uğraşmak zor olacağından, yeniden aşı yaparak şaraplık üzümleri iki çeşide indirdim. Adakaralarını ise yeniden aşılamak için kesmeye kıyamadım. Ama işin duygusal olan bu boyutunun yanında bir başka boyutu daha var;


Burası sıcak iklimli bir yer. Başka yerlere göre üzümler daha erken olgunlaşıyorlar. Bu durum sofralık üzüm için bir avantaj iken, şaraplık üzümde bir dezavantaja dönüşüyor. Olgunlaşma sürecinin uzunluğu tercih edilen, istenilen bir durum. İklimi değiştiremeyeceğimize göre, üzüm çeşidi seçimini iyi yapmalı. Erkenci olan bir çeşit burada yetiştirildiğinde, iklimden dolayı daha da erkenci duruma geleceğinden, bunun önüne geçmek için geç olgunlaşan üzümleri tercih etmek doğru olacaktır diye düşünüyorum. Bu durumda, olgunlaşma zamanı orta ya da orta-geç arası bir zamana çekilebilecektir. Olgunluğu geciktirmenin bir yolunun da, bağı sulamak olduğu söylenir ki, bu, benim tercih etmeyeceğim bir yoldur. Bizim bağda az miktarda mevcut olan ve hiç sulanmayan Adakarası üzümlerimiz (yıllara göre değişmekle birlikte) Eylül’ün 8-15 leri civarında bağbozumu olgunluğuna geliyorlar.  Adakarası’nın memleketi Avşa adasındaki hasat zamanının Eylül sonu olduğu düşünülürse, buradaki Eylül’ün ikinci haftası hiç de yabana atılacak bir zaman değildir.


Adakarası herkesin bildiği ve çok tercih edilen bir üzüm çeşidi değil. Ama hem yerli bir çeşit olması, hem de bu iklimde nispeten daha geç bir olgunlaşma zamanına sahip olması bakımından (kendi açımdan) üzerinde durulması gereken bir çeşit.


Bir de, bir itirafta bulunayım; Adakarası şarabının rengi açık oluyor, ben de buna epeyce bir takılıyordum. Çünkü, koyu renkli bir şarap istiyordum. Ama artık rengine o kadar da takılmıyorum, o eskidendi :) Her üzüm koyu renk şarap verecek diye bir şey yok.

30 Eylül 2012 Pazar

Bağbozumunun Ardından...

Tembellik denen şey acayip şekilde alışkanlık yapıyor. Bakınız bu Blog, kaç zamandır yazı yazılmamış. Bunu bir yerde kırmak lazım. Yazmak lazım...

Şöyle bir toparlayacak olursak; Bir yaz'ı geride bıraktık ve tabi bir bağbozumunu da. Bizim bağbozumu (sezonu) Temmuz'un ikinci haftasında başladı, Eylül'ün ilk haftasında bitti. Bu süre zarfında olgunlaşan sofralık üzümlerimiz peyder pey, salkım salkım kesildiler...


Her yıl olduğu gibi yine Trakya İlkeren üzümlerimizle başladık 2012 yılı hasadımıza. Bağda oldukça az miktarda olan bu üzümlerle yaptık başlangıcı.


Yine o aralarda, Trakya İlkerenle Cardinale arasında bir zamanda Yalova İncisi üzümleri olgunlaştılar. Bağda fazla olmayan Yalova İncisi ile devam ettik.


Ve, geldik ana üzümlerimizden ilkine. Cardinale üzümlerimiz olgunlaştılar, üzüm sezonu da böylelikle tam anlamıyla açılmış oldu.


Cardinale'den sonra Alphonse Lavalle üzümlerimize geldi sıra. Onların hasadı da bitince Bodrum'da yaz da nerdeyse bitiyor ve satışlar da düşüyor zaten...


Bağdaki az miktarda ve kendimiz için olan, hobi amaçlı şaraplık üzümlerim de Ağustos ayının ortalarında toplandılar ve şimdi şarap olmaktalar... Onlardan birisi Shiraz.


Her ikisi de aşağı yukarı aynı zamanda olgunlaşan şaraplık üzümlerimden diğeri de Zinfandel. Zinfandel Shiraz'a göre sadece birkaç gün kadar daha geç olgunlaşıyor.

Veee, yaz sezonu biter, bağbozumu biter, sonbahar gelir. Asmalar (omcalar) böyle boş kalakalırlar. Bu halleri  bana hüzünlü geliyor. Yapraklar önce sararmaya, sonra kurumaya başlar. Üzümleri varken aralarında gezmek güzeldi ve de kontrol etmek için gerekliydi, şimdi üzümleri yok diye yalnız bırakmak, onları ziyaret etmemek olur mu? Olmaz... Ben, yine onların arasındayım...

Herşeyin yolunda gittiği bir bağbozumu daha geride kaldı, şükürler olsun...

Şunun şurasında bir kaç ay var, sonra budama başlar, derken sonrası çabuk gelir. Yani, yeni üzümlere pek de fazla bir zaman kalmadı aslında :)

8 Eylül 2012 Cumartesi

Mehmet Kocadon Başkanım Tahliye Oldu, Bodrum'a Döndü ve Hasret Bitti...

Haziran Ayının başıydı, akşamüzeri bağın içinde Adakarası asmalarımın fazla yapraklarını ve salkımlarını seyreltiyordum. Salkımlar daha yeni oluşmuşlar ve taneler de daha saçma iriliğindeydiler. İşte o zaman almıştım Belediye Başkanımız Mehmet Kocadon'un Belediye'ye yönelik bir soruşturma kapsamında ifadesi alınmak üzere Adliyeye götürüldüğünü. Eve gelmiş ve Adliyeden çıkacak haberi takip etmeye başlamış, akşamın geç saatlerinde de maalesef tutukluluk haberini almıştım. Müthiş üzücü bir haberdi. Üzücüydü, çünkü onun öyle bir suç işleyeceğine hiç inanmamıştım. İnanmam da zaten. İnanamam... Çünkü, bakmayın öyle (biraz da resmi olarak) Belediye Başkanımız Mehmet Kocadon dediğime, 20 yıla yakın bir süredir tanıyorum onu...

Televizyonda tenis maçı izlerken, etraftan bana onun için geçmiş olsun dilekleri geldiğinde, interneti her açtığımda zaten aklımdaydı ama, bağın içine her gittiğimde, ki aşağı yukarı hergün ya da günaşırı giderim, "buradayken almıştım o kötü haberi" dedim hep. Zaman ilerledikçe taneler büyüdü, tanelere renk gelmeye başladı (buna, bağcılık dilinde "ben düşmesi" diyoruz), sonra salkımlar olgunlaştılar ve bir kaç gün önce de toplanıp işlendiler. İşte bütün bu süreçte Mehmet abi içerideydi ve zaman geçtikçe, üzümler karardıkça onun şafağı aydınlanıyordu... O şafak günü, ilk duruşma tarihi olan 6 Eylül'dü.


















Malulen emekli olmadan önce, çalıştığım dönemlerde bir müdürüm vardı. Müthiş gülerdi. Birgün akşam yemeğinde Restaurantta karşılaştık ve beraber yemek yedik. Demek ki bir cesaret gelmiş olmalı ki bana, "Müdür bey müthiş gülüyorsunuz, inşallah bu gülüşünüz hiç kaybolmaz" dedim. Bana, "teşekkür ederim, bazen arkadaşlarım da gece bile olsa arıyorlar, "bi gülsene" diyorlar" dedi. İşte aynı şey Mehmet abi için de geçerli. Onu her aradığımda, ya da onun beni her aradığında telefonu öyle yüksek bir enerjiyle ve çok güzel gülerek açar ki, bu da bana her zaman bir coşku, mutluluk ve güven vermiştir. Dilerim ki, -yukarıdaki fotoğrafta da görüldüğü gibi- ona çok yakışan bu gülüşü yüzünden hiç kaybolmasın ve enerjisi hiç eksilmesin...

İddianamenin hazırlanması, adli tatil derken, ilk duruşmanın tarihi de 6 Eylül olarak açıklanmıştı. Ne hikmetse, tesadüf!!! bu ya bütün bunlar da adli tatile denk!!! gelmişti. O arada, bilmem kaçıncı yargı paketiyle gelen düzenlemeler çerçevesinde tutuksuz (buna adli kontrol falan diyorlar) yargılanmak üzere tahliye edilmesini beklemiştik, ben çok umutluydum. Ama olmamıştı. Beklentiler boşa çıkmıştı. Kim nereye kaçacaksa sanki...

Nihayet ilk duruşma tarihi geldi. Bodrum'dan Muğla'ya giden Mehmet Başkanımı sevenlerin büyük desteğiyle başlayan ve iki gün süren mahkemenin sonunda, savcının tahliye talebi mahkemece kabul edildi ve 7 Eylül Cuma günü akşam saatlerinde büyük sevgi gösterileri arasında tahliye oldu ve büyük bir konvoy eşliğinde geldiği Bodrum'da, çok büyük bir coşkuyla karşılandı... Götürülürken başı dikti, daha da dik olarak geri döndü...















Ben kendimden de iyi biliyorum ki, insan geriye dönüp baktığında, şimdi bir daha olsa katlanamam, dayanamam diyeceği şeylere nasıl olup da katlandığına hayret ediyor. İnsanoğlu güzel günlere ulaşınca, geride kalan o günleri unutuyor, ki doğrusu da budur belki... Onun için gün bugün. Gün, Mehmet abinin tahliye olduğu gün. Gün, mutlu olma günü... Bu sebeptendir ki, mutluyum, mutlusun, mutlu, mutlular...

Yani, kısaca çok mutluyuz...
Başta ailesi olmak üzere, yakınlarına ve dostlarına, hepimize geçmiş olsun...

Ama yine de insan, bu "tutuksuz yargılama" kararını daha önceden vermek çok mu zordu demeden edemiyor. Bilmem, Ferhan Şensoy'un "Pardon" filmini izleyeniniz var mıdır? Tam bir kara mizah.

100 gün alacaklısınız,

Pardon...